Benden İNSANIN bir portresini istediniz.
Güzel resim yapamam ama kelimelerden bir resim yapacağım. Bunu seyrederseniz İNSANIN ne olduğunu anlarsınız.
Nûr yüzlü, alnı açık, tertemiz, her türlü illet ve hastalıktan sâlim, kalbinde Nûr-u Muhammedi bulunan 35-40 yaşlarında kâmil bir insanı gözünüzün önüne getiriniz.
Bu zeki gencin yanına, saçları beyazlamış nûrani yüzü ile ihtiyarlık nüshasını koyunuz.
Bu ikisinin arasına harikulade sevimli, helâl süt emmiş güzelim çocukluk nüshasını ilâve ediniz.
Üçünü el ele veriniz.
Çocukluk. Gençlik, ihtiyarlık.
Bu üç çağın hepsi birden hakiki islâm tipidir.
Şimdi bu insanı Nûr-u Resûlullah ile yıkayınız, içini ALLAH ile doldurunuz.
İşte ahsen-i takvim yaratılan insanın portresi budur.
Bu insanla biraz konuşalım.
Bu insan yalan bilmez, gıybet yapmaz, hasedi yoktur, ölümden korkmaz, herkese kardeş nazarı ile bakar.
Hayvanlara kadar şevkat gösterir.
Hiddet bilmez.
Sabır kanaat zırhına bürünmüştür.
Bu gibi insanlar ruh fatihleridir.
Bunların iki büklüm hâllerine, sarı benizlerine, derin tevazu’larına rağmen, onları insanlar üstüne çıkaran kuvvet at şeklindedir.
Fakat bu at göze gürünmez.
Bu atın timsali Resûlü illiyine götüren buraktır.
Bu ata binmeğe namzet olan, niçin, neden olduğunu lâkırdılarını da bilmez.
Bunları bir sürü boş lâflarla izaha kalkmaz..
Kader başa geldiği zaman, gönderene kafa tutmaz.
Bildiği tek birşey vardır :
Başım üstüne hoş geldin, sefalar getirdin.
Bu gibilerin ibadetlerinde riyâ, bütün işlerinde yalan, midelerinde haram kat’iyyen yoktur. Böyle bir kimseyi kimse ürkütemez, korkutamaz, sarsamaz.
Hatta ne cin taifesi ne de insan, ne yer haşeresi, ne de yırtıcı hayvan.
Hiç bir mahluk ona dokunamaz.
Bu yolda yürüyenlerde kat’iyyen yalan yoktur.
Bunlardan ne denizdeki balık, ne de uçan kuş bile kaçmaz.
Sokulur yanına kırk yıllık dostmuş gibi
Bu gibi insanlar felâket karşısında bir anlık sabırları için Velî olmuşlardır.
Bu günün dünyasında müslümanın dostu ALLAH ile aynı sayıdadır.
Bu ismi sedef içinde inci gibi sakla.
Bir damla su bir şey ifade etmez.
Fakat bir kaya kovuğuna girip dönerse kayayı çatlatır.
Buhar olursa bir gemiyi yürütür.
Hakiki iman sahiplerinin sözünden, işinden, işaretinden sakınmak gerek.
Çünki onlar HAKK’la konuşur HAKK’la hareket ederler.
Sözleri kâinatı yerinden oynatır.
Küçük bir yüz buruşturması insanı ömür boyunca süründürür.
Böyle insan bir bakışla uçan kuşu yere serer.
Sözü ile kitleleri coşturur.
Çıkar yoluna sapanın ömrünü harabeden bir velîyi düşün.
Hele bir ALLAH dostunu an.
Belki uzaktan kulağına bir ses gelir.
Belki ruha İlâhî bir nefes erişir.
Belki gönül gönüle nûr âleminde bir pencere açılır.
Bilinmez.
Olur ki bir an sonra sen de bir ALLAH dostu olursun.
“İçinde ALLAH zikredilen ev diri. ALLAH zikrolunmayan ev ölü gibidir” buyurmuştur Resûlullah.
Bu dünya fânidir.
Bekâsı ALLAH rızasıdır.
Bâki kalacak ALLAH muhabbetidir.
Geçen günlere, maziye sahip çıkamazsın, istikbal malûm değil, hâlinden memnun ol Dünyada küfrün, zulmün neticesi yoktur.
En keskin ateşin sonu küldür.
Bu dünya bu âlem dayanma pazarıdır.
Darılma pazarı degil
ALLAH’ın mahlûkatına hakaret nazarı ile bakma, kimseye noksan nazarı ile bakma. Baktıklarına merhametle bak.
Kimseye dünya için tevazu’ etme.
Tevazünüz ALLAH için olsun.
Muhammed’in güneşine karşı kalb pencereni açık tut, kapama, karanlıkta kalırsın.
İyi insanların duasını al!
Şüphede olma ayık ol!
Bu sözleri ölüm anına bırakmayınız!
Kıldığın namazda huzur bulamıyorsan bunda haram lokmanın payı çoktur.
İlâhî mıknatıs her insanı çeker yeter ki sen çekilecek nesne ol!
İçin riyâ, hased, dedikodu, haram ile dolu olursa, mıknatıs her an mevcut fakat sen çekilme hassanı kaybettin demektir.
Kabul edilmez değil, ALLAH’ın huzuruna bu şekilde kabul edilemezsin.
Cesedin utandığı için senin haberin olmadan götürmüyor demektir. İşte bu anlaşamamazlığın içindeki boşluk şeytan dediğindir.
ALLAH’ı ananların yanına şeytan sokulmaz.
Abdestli olanın yanına yaklaşamaz.
Kabahatleri; gafletleri başkasına yükleme.
ALLAH:
“Kulum yine utanmasın, belki tövbe edip kendini yıkar” diye, büyük hayâsından dolayı araya şeytanı sokar.
Temizlendikten sonra gelsin diye...
Şeytan zâten uzak kalmışların sırrıdır.
Uzak kalmak : Yanaşma edeb ve temizliğine henüz varmamış olmandandır.
Kul ALLAH’dan razı olmalıdır.
ALLAH kulundan daima razıdır.
Doğruyu bulma arzusu arttıkça gaflet azalır.
Bunun içindir ki ibadetlerde uyku azalır.
Meleklerde bundan dolayı uyku yoktur.
Uyku gaflettendir ve bir noksandır.
Hayır işler ayık ve uyanık olmadadır.
Şer işler gafletde toplanmıştır.
Zâhirî uykudan kurtulmak için az yemeli, az içmeli, çok yeme içende de uyku çoktur.
Çok yiyenler rahat ibadet yapamazlar.
Oruca dayanamazlar.
Bilhassa haram yiyenler tam gaflet içindedirler.
Haramın azı da çok sayılır.
Kısmetde olmayan bir şeyin ardına düşmek büyük bir yüktür, dünya azabı da budur.
En büyük dert, imkânsız şeylerle uğraşmaktır.
Kısmetine yazılı bir şeyi istemek de ayrı bir görgüsüzlüktür, daha doğrusu hırstır, ibadet ve kulluk yönünden incelenecek olursa buna şirk demek de olur.
İhlâs sahibi kulluk hakkını ödemeye bakar.
Ötesini efendisine bırakır.
Bir kimsenin kalbinde yalnız maddî taraf varsa o, zahit değildir. Belâ gelince sızlanmak, zarar görünce ağlamak hafif bir musibet karşısında kızmak, bunların içinde nefsin isteği gizlidir.
Bunların hepsi insanı dünyaya bağlar.
Bu bağlanış ölmeyeceğim der gibi hâldir.
Bu hâlin değeri bir nohut kadar bile olsa, dünya sevgisini gönülden sökmek lâzımdır.
Asıl rahatlık bundan sonra başlar.
Kalbinden sıkıntı kalkar.
Dertlerin hepsi dünyayı sevmekle başlar.
Yaşlandıkça zevk azalır, insanlar bunu hisseder, o zaman ibadete kendini verir.
Dünya sıkıntısı çoğaldıkça, ALLAH’a karşı bir perde çıkar.
Âhiret nimetlerini de kalbinden çakaracaksın.
ALLAH rızasını istiyorsan, yaptığın amelin öbür âlemde mükâfatını istemeyeceksin. Yapılan işlerin neticesi mükâfatsız kalmaz.
Bu hâlde onları düşünmek kibir olur.
Acaba olur mu sözünde şüphe gizlidir.
İşte bu nokta da huzur ile azap yolunun kavşak noktasıdır.
Bu noktada milyonlarca insan yuvarlanır gider.
ALLAH’ın âdeti budur.
Nefse uyarak yenilenler haramdır.
Kur’ân ve hadise göre mubahtır.
Haram ile helâl arasında kalanların ne işlenmesinde sevab, ne terkinde azap vardır.
Emirle olur bunlar.
Herhangi bir iş yapmak için ruhî bir emir beklerler.
Fakat bu herkesde olmaz.
Yalnız Velîlerde olur.
Burada emir, işaret beklemek yoktur, iradeden soyunmuşlardır. Kadere tabi’ insanlardır. ALLAH’ın fazl ve ihsanı ile iş görürler.
Kendi şahıslan için ne iyilik düşünürler, ne kötülük.
Bunları kader eli çevirir.
Kader yardımlarına koşar.
Bu büyük bir iştir.
Sözle anlatılmasına imkân yoktur.
Bunların zamanları, hâlleri çok gariptir.
Bazen ağırlık duyarlar, bağırırlar.
Fakirlik zenginlik bunlar için bir mesele değildir.
Bazen de dillenirler, ömürleri çok garip hadiselerle doludur.
ALLAH kudsîyetlerini artırsın onların.
Bunlar salihlerdir.
Bunların bir kısmı vardır tamamıyla kapalıdır.
Onları velîler bile anlayamazlar, örtülüdür.
ALLAHdan başka kimse onları bilemez.
ALLAHdan ona bir meslek nasip edilmiştir.
Onun içine kendini gizlemiştir.
Sen ben gibi cemiyet içinde yaşarlar.
Kimseye hor gözle bakma...
Burada sözle söylenmesi gerekmeyen kokular vardır, kokular vardır...
“ALLAH her şeye kadirdir” âyetini hatırla, bütün mânevî hâller saklıdır. ALLAH dostu bunları saklamaya mecburdur.
Saklanması lâzım gelen şeylere “Kabz” denir.
Kaderle hareket ederse “bast” serbest hâlidir.
Kerameti saklamak zorundadır.
Kaderde saklayacak birşey yoktur.
Olacak iş kendiliğinden olur.
İradei İlâhîyeye raci’ ve tabi’ hareket eden bir kimsenin kaderden haberi yoktur.
Kendinden bir keramet çıkarsa farkında değildir.
Bunu da saklayacak.
Çünki iyi görünenin sonu fena olabilir.
Velî ALLAH’ın himayesindedir.
Şeytan ona yaklaşamaz, meclisine bile gelemez.
Onun yanında en korkunç ve tehlikeli zamanlarda sen de bulunursan onun görülmeyen İlâhî muhafaza şemsiyesi altına girmiş olursun.
Eğer bir derdin varsa, ALLAH istemedikten sonra kimse şifâ veremez.
Derdi ALLAH verdi şifâyı kul verir deme.
Derdi veren ALLAH Şifâ sebebini de veren O’dur.
Onlar HAKK’a koşan kimselerdir.
O’nun mülküne ortak yoktur, O’nun izni olmadan iyilik ve kötülük olmaz.
Zorla sabır iyi bir şey değildir.
Sabırlı olmak lâzımdır.
Şer geldi ama, sen bunun ALLAH’tan geldiğini bildin, bildiğin hâlde edeb göster üzerine al! O’na yükleme!
Gizle!
“Ben nefsime zulmettim” dedi Hz Âdem.
Al. Ona yükleme gizle.
Hz. Âdem şeytanın ALLAH tarafından kendini kandırılmaya gönderildiğini bildiği hâlde, ALLAH’ın bu hikmetini sakladı.
Bu işi kendi üzerine aldı.
“Ben nefsime zulmettim” dedi. Ve onun için duası kabul olup, cennete namzet seçildi.
Bir vücud için kalb ne ise, iman sahibi için de sabır odur.
“Sabır imanın hepsidir” buyurmuştur, Resûlullah...
Şükür, nimeti saklama kabıdır.
Mü’min ALLAH’ın emirlerine göre hareket eder.
Velî, Fenafillah kadere uyarak hareket eder, kader kudret eliyle hareket eder, haberi yoktur. ALLAH Gayyurdur.
Kulun kendinden başkasını sevmesini istemez.
Çok dikkatli olmak gerek.
Duan kabul olmadı diye ALLAH’a mı dardacaksın.
“Dua edin vereyim diyor, sonra de vermiyor.”
Bu sözler hatadır.
ALLAH kimseye zulmetmez.
Bütün mülk O’nundur.
Zulmü ancak başkasının hakkına tecavüz vâki’ oluncadır.
Dua kibri kırar.
Kabul olunmazsa kaderinde yok demektir.
Âhiretde başka mükâfatlar verilir...
Sen kaderinde olup olmadığını bilemezsin.
Kalb gözün açıldı mı fazilet kapılarını baş gözüyle görmeye başlarsın.
O zaman baş gözün maddî göz değil, kalb gözündür.
Yakın nûrudur.
Bu nûr iç âlem parladıktan sonra dışa vurur.
Bu sözler onun tam bir Velî olduğunun delili sayılır.
Kendiliğinden konuşmaz.
Bir tecellî almıştır.
Kaderle hareket eder.
Gönlü gözü tok olan ALLAH yolunun yolcuları ile sohbete devam
Onlara karşı mütevazi ol
Fakirle sohbet et ALLAH dostlarına hizmet et!
Senden aşağılan ile çekişme, küçük düşersin!
Üstün kimselerle uğraşma gücünü boş yere sarfetmiş olursun.
Kendin gibilerle itişme mağrur sayılırsın.
Hata etmek birşey değildir.
Hata ettiğini unutmak kötüdür.
Hased insanı kötülüğe değil, iyileri kötülemeye götürür.
Kuvvetin zayıflıktan çok desteğe ihtiyacı vardır.
Tüy zayıftır.
Uzun zaman düşmeden havada kalır.
Dededen intikal etmiş nelerimiz varsa hepsini istihfaf etmek, câhil devrimcilerle, batıcılarımız için adetâ bir kanun hükmünü almıştır. Dedelerimiz 9. ve 10. asırlarda islâmiyeti kabul ettiklerine göre Türk’ün İslâmlığı bin seneyi geçmiyor demektir. Dedelerimizin canını feda ettiği dine bugün birçok sapıklar çöl dini, Aziz Kur’ânı Kerim’e çöl kanunu diyerek, çöldeki yaşayan hayvanları bile utandıracak bir dereceye düşmektedirler. Bunları söyleyen câhil garp hayvanlarıdır.
Beni Âdem, Âdemogulları, Nas, insan cinsî insanlardır.
Âlemler bütün beşeriyet olarak Kur’ânda zikredilir şeklinde insanlıktan bahsedilmektedir. Islâmiyette renk, ırk ve millet farkı olmamasının sebebi de herşeyden evvel onun âlemşümul bir din olmasındandır.
“Biz seni âlemlere Rahmet olarak gönderdik” Bütün Kur’ânı Kerim’de konuşan ALLAH’tır. Peygamber efendimiz ise vahyin tebliğine vasıta olmuştur.
Ondört asır geçmiş olmasına rağmen hazreti Resûl zamanımızda günün adamıdır.
İnsan âyet okuduğu zaman kendisi konuşmuyor.
Dikkat edin.
ALLAH konuşuyor.
Vahiy makinesi olursun, Resûlullah yerine geçiyorsun.
Bu lakırdılardan anlayanların ne kadar temiz ve ne kadar büyük bir edeb içinde olmaları lâzım geldiğini düşününüz.
Bu sıraya girmek için size islâmi bir hikâye anlatacağım:
Hikâyenin ismini de sözüm biterken söyleyeceğim...
Küçük çocuk henüz yaradana karşı gelmemiştir.
Çocuğa hürmet et!
Büyük için de bu benden yaşlıdır, benden daha çok ibadet etmiştir...
Âlimi görürsen bu âlimdir.
Benim bilmediğimi biliyor, bana verilmeyen ona verilmiştir.
Onun bildiğini ben bilmiyorum.
Câhili görürsen, o bilmeyerek günah işliyor, ben bilerek yapıyorum.
Kâhinle konuşursan belki dine gelir, imanlı olur.
Belki ben de günahlarımın yüzünden imansız gidebilirim. Sonumuzun ne olduğu bilinmez. İşte bu tevazu’ denilen haslettir.
Birçokları tevazu’ içinde olduklarını sanırlar.
Ama onları islâm labaratuvarında tahlil ederseniz, hepsinin hayırsız dalkavuk oldukları meydana çıkar.
Hikâyenin ismi islâm tevazu’udur.
Edeb : Terbiye. Kavlen, fiilen insanlara lütuf ile muamele etmek. Güzel ahlâk. Usluluk.
Hayâ. * Ist: Sünnet-i Resul'e (A.S.M.) uygun hareket etmek. * Utanılacak şeylerden insanı koruyan meleke; kuvve-i râsiha-i nefsiye. * Edebiyat ve ondan bahseden ilim.
Kâmil : (Kemal. den) Bütün, tam, olgun, eksiksiz, kemalde olan, kusursuz. Kemal ve fazilet sâhibi. * Resul-i Ekrem'in de (A.S.M.) bir vasfıdır. * Yaşını başını almış, terbiyeli ve görgülü kimse. * Âlim, bilgin kişi.
“İlellahi merciuküm ve hüve ala külli şey'in kadir : Dönüşünüz yalnız Allah'adır. O, her şeye kadirdir.” (Hûd 11/4)
Raci’ : (Rücu. dan) Geri dönen, ric'at eden. * Dair, aid, alâkası olan, dokunur olan, müteallik. * Gr: Bir şahıstan kinaye olan zamir.
Himaye : Koruma. Korunma. Muzır şeylerden muhafaza etme.
"Kala rabbena zalemna enfüsena ve il lem tağfir lena ve terhamna lenekunenne minel hasirin : (Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’raf 7/23)
Gayyur : Hamiyetli. Çok çalışkan. Dayanıklı. Çok gayretli. * Kıskanç
“Ve ma erselnake illa rahmetel lil alemin : (Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107)
Kabz : Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak. * Tahsil etmek. Teslim almak. * Amelde zorluk çekmek. * Kuşun süratle uçması. * Mülk.
Bast : Genişlemek, açmak, yaymak. * Bir şeye el uzatmak. * Sevindirmek. * Bir mecliste haya sebebiyle olan sıkılmanın gitmesiyle açılmak. * Özür kabul etmek. * Kaplamak. * Tas: ALLAHın cemâl tecellisiyle kalbin sükûn ve huzur içinde ferahlaması. (Mukabili:
"Kabz"dır.)
İstihfaf : Küçük ve aşağı görmek, küçümsemek, tahkir ve tahfif etmek.