“Küfür, ALLAH’ın emir ve rızasıyla değildir. Kaza ve kaderin eserlerindendir.” Hadis.
Küfür burada inanmak demektir.
“Küfre razı olmak da küfürdür.” Hadis...
“Fela uksimu bimevaki'innnucumi. Ve innehu lekasemun lev ta'lemune 'aziymun..” “Yıldızların mevkiine yemin ederim. Gerçekten bilseniz o azîm bir yemindir.”
“Fela”; mânâsı “hayır” demektir.
Fakat burada: “itiraz etme, inan!” demektir.
“Ve” kelimesi de “söylenene inanın, doğrudur” demektir.
“Bunların hepsi benim işimdir. Siz de dogrulayın” mânâsınadır...
Her varlık fânidir.
Sonu vardır.
Büyük yıldızlar enerjisi tükenmesi sebebi ile maddî yapılarını, şekillerini kaybettikleri zaman evvelâ küçülürler.
Sonra “nötron yığını” hâline gelirler.
Zira enerjisini ortaya çıkaran elektronlar tükenmiştir.
“Nötron yığını” hâline gelmiş maddî yapısı korkunç bir cazibeye, çekme kudretine dönüşür. Bu cazibeye Gravidationel Collaps, kendine çekme diyorlar. Bundan sonra yıldızın yerinde kara bir delik kalır. Bütün ışıkları, maddeleri, yıldızları, kendi içlerine çekerek yok ederler. Bu kara delikler “Black Halis” başka meçhul mekânlara intikal yollarıdır.
Bu meçhul mekânları maddî düşünce ile bilmek anlamak mümkün değildir, ama o mekânlar malumdur...
“FELA UKSİMU BİLHUNNESİ. ELCEVARİLKUNNESİ.” Âyet Elektronlar sağdan sola dönerler.
Buna “HUNNES”...
Soldan sağa döndükleri zaman ters hareket “KÜNNES”..
O zaman akıp giderler.
Çekirdekten nötrondan ayrılmış olurlar.
Onlara “iyon” diyoruz.
Bunların hepsinin şuûrlu, intizamlı, devamlı islemelerine, oluşlarına, yerlerine yemin ediyor. ALLAH...
ALLAH kime karsı doğruluğu isbat etmek için yemin ediyor.
Hâşâ böyle bir şey yoktur.
Başka bir sır vardır bu yeminde.
Düşünce ve aklı zorlama, zedeleme.
Akıl da hududludur.
Bu bunaltıdan ilmi bataklıktan kurtulmak için gel buna “ALLAH’ın kudreti” de.
Ona ne isim verirsen ver. Atom de.
Kara nokta de, ne dersen de burada aklın yine takılır.
Siz gelin ALLAH sözü ile HUNNES ve KUNNES de rahatla.
Gönlün köşesiz köşesine sığın!
“Ven necmu veş şeceru yescudan.” Âyet.
Çemen ve ağaçlar secde ediyorlar fakat siz bunu göremezsiniz...
ALLAH’a ibadetin lüzumlu olduğunu ifade eder bu âyet.
Bu ibadete şuûrlu olarak siz de girerseniz benimle birlikte olduğunuzu idrak ederseniz.
“Eğer beni anarsanız ben de sizi anarım” buyruluyor.
Bunu idrak edip yaparsanız şuûrlu olan bu tesbihata iştirak etmiş olursunuz.
İşte bu zikir bilerek anmaktır.
Secde bir nevi devamlı tesbihata zikir olarak bilerek katılmaktır.
Atomlar çekirdeği etrafında elektronları ile aklın alamayacağı bir sür’atle dönmekte zikirdedirler.
Zikir, aslını anmak... irade, düşünce, arzu vardır zikirde.”
Teshinde irade.
Düşünce, Arzu kelimelerinin yeri mânâsı yoktur.
Bu sözleri anlamaya çalış.
Kâinatta tesbihat durduğu zaman ne madde olarak ne maddesiz hiç bir şey kalmaz.
Varlıkları yok olur.
Tesbih, durmadan ara vermeden aslının yani yaratılışını daimi sûretde hatırlamanın şuûrlu, bize göre şuûrsuz zikridir.
Zikir bu tesbihata girmektir.
Onunla beraber tesbih etmektir.
Bir nevi ALLAH’ı tasdiktir.
”YÜSEBBİHU LEHUMA FlSSEMÂVÂTİ VE HÜVEL AZİZÛL HAKÎM.”
Yaratan kuvvet yarattığının kendisi ile temasını istiyor.
Bu da dua ile Cenab-ı HAKKla vasıtasız, kalb temasa giriyor.
Zikirlerin hepsinde hedef, kâinatın tesbihatına girerek bütün vücud hücrelerinde de devam eden bu tesbihatı birleştirmektir.
O hâlde zikirde hedef ALLAH’tır.
Zikredici ALLAH’tır.
Bütün zikirlerde söylenen kelimeler, lâfızlar âlettir.
Bunlara hulûs ile devamla; kalbde târifi mümkün olmayan bir hâlet hasıl olur.
İşte asıl zikir o dur.
Dikkat et “budur” demiyoruz.
Bütün canlı cansız mahlûkat, yıldızlar, galaksiler tesbih hâlindedir. Durmadan atomları ile, bu tesbihat ALLAH’ın varlığını tasdiktir. “ŞehidALLAHu lâ ilâhe illallah”ın aslı budur. Bütün vücud hücrelerinde devam eden bu tesbihatı kalb hissettiği HAKK’ın zikri o zaman ortaya çıkar.
“ALLAH’ın” demiyoruz.
“HAKK”ın diyoruz.
MANSUR bundan dolayı “Enel HAKK” diye en hakiki çıldırış hâlinde her varlığın Hak olduğunu bağırdığı, fakat bunu kulağın duymadığı, ancak hulûs ile olacağı ve kalbde hasıl olacak İlâhî bir hâletle anlaşılacağını haykırmıştır.
“FEZKİKÛNİ EZKÜRKÛM”:
“Beni anarsanız ben de sizi anarım. Anarsanız anarım. Vücudun her tarafı kimyası ile fiziği ile işlemesi ile beni anıyor. Zâten o işleme benim kudretim”.
“Ben sizi anıyorum da siz beni niçin anmıyorsunuz” demektir.
Her şey ALLAH’dan fakat hiç bir şey O değildir.
Aylarca düşün bu son lafı anlamaya çalış.
Anlamaya, cesedi ve hamulesini hazırlamak lâzımdır.
Nasıl hazırlanır.
Gıybet. Yalan. Riyâ. Dedikodu. Haram Lokma.
ALLAH kelâmı ile beşer kelâmı arasındaki fark, yaratan ile arasındaki farktır.
Ne insan,
Ne Cin,
Ne melek,
Ne peygamber bu farkı gidermeye muktedir değildir...
Dinin temeline bomba yerleştirmekten zevk alanlar vardır. Bunlardan uzak dur. Bulunanlara icad demek doğru değildir.
Olan bir şeyi keşfetmektir.
Aha bu kelime insanın mânevî tarafını yıkan kelimelerden biridir:
Samanyolu, halk dilinde Süt yolu, ilim dilinde Galaksi, Astronomi dilinde...
Hepsi yıldızlar topluluğu demektir.
Atomdan galaksilere hücreden insan vücuduna.
Görünenden görünmeyene kadar hepsinde bir işleme bir intizam...
Başlangıcı meçhul sonu bilinmez.
Çizilmiş bu yolun içinde gidiyorlar.
Dönüyorlar fakat şaşmıyorlar, intizamlarını bozmuyorlar.
Bunlardan başka bu sonsuz boşlukta enerjiler, kozmik şua’lar, radyasyonlar var.
Bunlar nereden çıkmış.
Bilen yok.
Nazariyeler. Sözler.
Haya ve düşünce gücünü zorlayan korkunç bir enerji kaynağı”. “Siyah delik” diye kabul edilen bir yerden çıktığını ileri sürüyorlar. Kimse bilmiyor bunu..
Var bilen.
Fakat dinleyen anlayan yok.
Anlamak herkesin kârı değildir...
Bu nokta Kur’ânı Kerim’de açıkça var, ileride izah edeceğiz... Güneş:
20 milyon derece hararet..
Çok uzaklarda atomik fırın.
Güneş sıvı değildir.
Katı da değildir.
Sadece gazdır diyelim.
Yani atomların serbestçe hareket hâlinde bulunduğu fokur fokur yer...
Güneşte lekeler oluyor.
Bazen kayboluyorlar.
Güneşde bütün madenler var ama, ne sıvı hâlinde ne katı hâlde kalamazlar.
Buradan bütün radyasyon kâinata dağılıyor.
Dünyada denizlere, nebatlara her şeye.
Nebatlarda fotosentez fabrikasını işleten o hayata düzen veren o.
Canlıyı meydana getiren cansız maddeler atomlardan meydana geliyor.
Her canlı hücre içinde milyonlarca cansız atom var.
Atomlar canlı hücre içinde canlılık kazanıyor, insan, et, kemik, sinirlerden, hücrelerden ibaret.
Bunlar cansız maddelerdir.
Fakat canlıda bir şuûr eseri vardır.
Şuûr ise madde değildir.
O hâlde insan hem kâinat içinde, hem de onu kendi içine sığdırmış.
Cansız, şuûrsuz atomların toplandığı organizma canlı oluyor.
Şuûr sahibi oluyor.
Akıl başka, beyin başka, ikisi arasında bir sır var.
Bilgiler beyinde saklanıyor.
Bunları zamanında kullanan akıldır.
Zekâ, irade, muhayyele, hafıza, muhakeme, ilham aklın çeşitli şekülerdeki tezahürleridir. Bunların beyindeki isleme şekillerine akıl diyoruz.
Maddî moleküllerin yaptığını düşünmek:
“Venüs” de hayat var mı diye düşünmek gibidir.
Cevap, koskocaman bir sıfırdır.
Düdüklü tencere içinde hayat olduğunu henüz kimse görmemiştir.
“Gökyüzü gül gibi kızardığı. Yağ gibi eridiği zaman” RAHMAN suresi.
Kıpkızıl bir gökyüzü.
Alev alev, dalga dalga yayılan sürekli bir enerji fırtınası.
Sûrede bu anlatılıyor.
Kimse bilmiyor bunu.
Yukarıda siyah delik diye bahsettik.
Var bilen dedik.
Fakat dinleyen yok dedik.
Bu işi anlamak için aklın Cebrail’i olmak lâzımdır.
Bu ne demektir?
İnandığını en yüksek perdeden söyleyebilen herkesin lâfına göre fikirlerini, inançlarını tasni’ etmek zilletine düşmeyen insanlar vardır.
Şimdi bilen ne demiş onu dinleyelim:
Doğru söyleyen.
Doğru dinleyen bulmak lâzımdır.
“FELA UKSİMU Bil HUNNES EL ClVARÎL KÜNNES.” Âyeti kerimesinde burada:
Atom nüvesi “Hünnes”,
Atomun etrafında dönen elektronlar “Künnes”
“Hunnes” cazibe, ters hareket kuvvetini kendine çekme mânâsınadır.
“Künnes” akıp giden bir mahrek, takip edilen yol mânâsınadır.
KEVNEYN: Âlemi cismâ-i ile âlem-i ruhanî mânâsınadır.
“Hanis” kelimesinin çoğulu “hunnes” dir.
Yıldızlar hakkında kullanılır.
Tekili kullanılmaz.
7 Gezegen: Satürn - Zuhal, Jüpiter=Müşteri, Mars= Merih,Venüs=Zühre, Merkûr-Utarit, Şems, Kamer.
Bu 7 yıldız aynı zamanda seyyaredir, gezicidir.
Tesbihat, kâinatda devamlıdır.
Bize şuûrsuz gibi görünen şuûrlu intizamlı bir kanun hâlindedir. Atomların durmadan ihtizazlarından yıldızların intizamlı hareketlerine kadar...
“Bütün semâvât, arz, herşey ALLAH’ın aziz ve hakim olduğunu tesbih etmektedir durmadan” âyet.
Bu tesbihat durduğu zaman her şey yok olur.
Bu tesbihatın bir nevi ALLAH’ı tasdik ve anmak olduğu yine şu âyetde ifade edilmektedir; “Ven necmü veş şecerü yescüdan”
Çemen ve ağaçlar secde ediyorlar.
Fakat siz bunları göremezsiniz.
Zira bu tesbihatın siz de içindesiniz.
ALLAH’a ibadetin lüzumlu olduğunu ifade ediyor.
“Bu ibadete şuûrlu olarak siz de girerseniz benimle birlikte olduğunuzu idrak edersiniz. Size akıl ve idrak verdim. Aynı zamanda da sizi arzularınızla serbest bıraktım. Şunu da bildiriyorum. “Fezkirûni ezkirkûm”.
“Eğer beni anarsanız ben de sizi anarım”.. Buyruluyor.
İşin içinde şart var demek.
Bunu idrak edip yaparsanız o zaman şuûrlu olarak bu tesbihatı etmiş olursunuz ki bu işte “zikir” dir.
Bilerek anmak budur.
Durmadan, ara vermeden aslının yani yaratılışını daimi sûretde hatırlamanın şuûrlu ve bize göre zikridir.
Zikir bu tesbihata iştiraktir.
Akıl ve idrak hududunun dışında meçhulden idrak hududuna girer. Sonra tekrar idrak hududunun dışına çıkar.
Akıl meçhul bir dipsizlige dalar.
Ama bu ihtizazlar yine devam eder.
Akıl ALLAH tarafından verilmiştir.
Onda kabiliyetsizlik, kusur yoktur.
Düşünmeden aklını kullanmadan hareket etmek, ALLAH’ın verdiği akla hakaret olur ki bu küfürdür.
“Vessemâi zâtil bürûc”
“Vessemâvât” değil.
Dikkat et!
“RABBi’s-semâvât”
“RABBi’s- semâ” değil.
RABBü’l-ard, RABBü’ş- şems, RABBü’l- kamer degil.
RABBü’l -magrib, RABBü’l- maşrık degil.
”RABBü’l- maşrıkeyn. RABBü’l -magrıbeyn”dir.
“RABB-i âdem”dir.
“RABB-i insan” değil,
“RABBi’n-nas” dır.
Bunları iyi düşün anla!
Bu anlama kudreti insanda vardır.
Bir sual sorup sözümüze devam edeceğiz:
“Bulut” var ya; su mudur, Hidrojen midir, nedir?
Göründüğü zaman su oluyor.
Tek’de her şey görünmez.
Lâfı münakaşa etme!
İlimde de fende de kimyada da her şey aynıdır.
Dînle: Arş, ALLAH’ın zâtının aydınlığıdır.
Bu aydınlık İlâhî güçlerle yaratılmamıştır.
ALLAH’ın tabiî aydınlığıdır.
ALLAH’ın zâtını örten kendi ışık örtüsüdür.
“Bu bildiğimiz ışık değil”.
ALLAH’ın zâtını bilmiyoruz.
Zâten düşünmek ona mekân vermek, şekil ve maddîleştinnek olur ki küfürdür.
İşte bu ışıktan bir nebze ayrıldı.
Ve yok oldu.
Bir ampul söner odada ziyâ nasıl karanlıkta kaybolursa öyle yok oldu.
O yokluktan nûr gücü ile sonsuz uzaya uzaklaştırılıp ve onu varlığa döndürdü.
Buna islâmda “Nûr-u Muhammediye” ismi verilir.
Kâinatta ne varsa bundan yaratılmıştır.
Herşeyin terkibinde vardır.
“Sen buna istersen ilk atom nüvesi de. Ne dersen de değişmez”...
ALLAH’ın Vâcid “esması” vardır.
Maddesiz varlıklardan maddeli varlık yaratan güç mânâsınadır. Bütün HAKK’ın esmaları kudret ve güçleri bunun içindedir, O’nda mevcuttur.
İşte “Arş” bu güçlerin sudur, çıkış yeridir.
Arşın altında bizim bildiğimiz su yoktur.
O başka Su.
“İlk atom Hidrojen” Mekân değil orası...
Son zamanlarda üç kara nokta diye bahsedilen büyük kudret merkezi budur.
“Makam-ı Mahmud” nedir bilir misin?
İşte O dur.
Onun için gece namazı Resûl’e farzdı.
Bu yaratılış olayına hürmet ve tazimdir.
Daha fazla açıklayamam.
Sağ ve sol laflarına göre:
Bütün gezegenler ve güneş sistemi soldan sağa hareket eder. Atomların etrafındaki elektronlar soldan sağa dönerler.
Soldan sağa demek gayeye gidişdir.
Her şey’soldan sağa...
Motörler soldan sağa işlerler.
Santrifüjler merkeze doğru soldan sağa.
Santırpet merkezden uzaklaşma.
Sağdan soladır.
Sağ, sol kelimeleri insan vücuduna göre sözlerdir.
Kâinatda sağ sol diye yukarı aşağı birşey yoktur.
Sözüme dikkat et!
Mühim sözdür bu.
Uzay: Sonsuzluk nedir?
Matematikde sayılar bitmez.
Sonu yoktur.
Ve bundan sonsuz kelimesini bulmuşlar. “Na mütenahi” eskilerin söyledikleri.
Buna kimse itiraz etmemiştir.
Uzayın sonsuzluğu ortaya çıktı mı nedir bu sonsuzluk diye akıl, idrak işlemeye başladı. Fakat doymadı ve anlayamadı...
“Kolay kolay idrak edilemeyen bir belirsizlik ve târif edilemezlik”. Uzayın târifı bu işte.
Amma yine doymadınız.
Ben size zamana sığmayan dilden söyleyim.
Yorulmayın.
Uzay “Semâvât” Kur’ânda var.
Kur’ânı zamana sığdırma!
O her zaman vardır, “insanlar ALLAH’ın ilminden ancak dilediği kadarını kavrayabilirler.” “Âyetel Kûrsi”
ALLAH’ın takdir ettiği değişmeyen kanunlara bağlı herşeye karşı düşünmek ALLAH ile yarışa girmek vardır.
Bu bir nevi itiraz şeklinde isyandır.
Bu semâvât ve sonu gelmez sayılar kâinatın tekâmül, büyüme, eskime ve yok olma, fânilik, hayatın birlik ALLAH’ın kanunudur.
Bu laflar senin kafanın bilgisayarında var.
Oku çıkarmaya çalış.
Hülâsa edersek; Başlangıcı meçhul sonu meçhul sonsuz kâinatda değişmeyen bir intizam ve işleme vardır.
Görünmezden görünüre, atomdan galaksilere, hücreden insan vücuduna kadar bu intizam tetkik edilmiş, ilim dalları kurulmuştur. Bu çabalar hakikate.
Asla vusul ve anlamak için...
Nereden menşeini alırsa alsın, bunda cihan şümul İlâhî bir arzunun tecellîsi mahiyetindedir. Güneş nebatata tesir ediyor, klorofil husule geliyor.
Herşeyin yapmaya mecbur olduğu bir işi bir görevi vardır.
Bu işin, vazifenin öyle olması arzuyu ilahîdir.
Bu istek, canlı cansız herşeye haberli habersiz bildirilmiştir. Cihanşümul mahiyetde olan bu isteğe, habere, İlâhî VAHİY ismini veriyoruz.
Kur’ânı Kerim’de bu vahyin beş şekli vardır:
1- Biz dağa, taşa vahyettik.
Burada “Biz” deniyor.
“Ben” denmiyor.
Ağaca vahyettik...
2- Hayvana; arıya vahyettik.
3- İnsana; Meryem’e vahyettik.
4- Meleklere vahyettik.
5- Peygambere vahyettik.
Devamlı vahiy; nizamın, oluşun devamını sağlar.
Bu vahiyler doğrudan doğruyadır.
Birçok peygamberlere ilham sûretiyle de arada vasıta vardır:
1- MUSA bir ağaçtan emirleri aldı.
2- İSA dağda ilham ile aldı
3- RESÛL-Ü EKREM Cebrail vasıtası ile aldı.
Cebrail, vahiy esnasında bazen görünür, bazen görünmezdi. Sebep çok mühim:
Görünerek inen âyetler.
Bu nokta çok mühimdir.
Bu mesele ledünnî bazı hususları anlamaya yarar.
Bunu öğrenmeye bak!
Adam ara!
Eğer meraklı isen.
16.04.1985, Pazar
“Fela uksimu bimevaki'innnucumi. Ve innehu lekasemun lev ta'lemune 'aziymun. : Hayır! Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, Bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir.” (vâkıa 56/75-76)
“Fela uksimu bilhunnesi. Elcevarilkunnesi. : Hayır! Akıp giden, bir kaybolup bir etrafı aydınlatan yıldızlara andolsun” (Tekvîr 81/15-16)
“Ven necmu veş şeceru yescudan. : Ve çimen ve ağaç secde ederler.” (RAHMAN 55/6)
“Fezküruni ezkürküm veşküru li ve lâ tekfurun : Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!” (Bakara 2/152)
“HuvALLAHul HÂLİKul bariyulmusavviru lehum'esma ulhusna yusebbihu lehu ma fiyssemavati vel'ardi. Ve huvel'aziyzulhakiymu : O, yaratan, var eden, şekil veren ALLAH'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.” (Haşr 59/24)
“Şehidellahü ennehu la ilahe illa hüve vel melaiketü ve ülül ilmi kaimem bil kist, la ilahe illa hüvel azizül hakim : ALLAH Teâlâ, kendisinden başka bir İlâh bulunmadığına adâletle kâim olarak şehâdet etmiştir. Melekler de, ilim sahipleri de (şehâdette bulunmuşlardır). O hakîmden başka asla bir İlâh yoktur.” (Âl-i İmrân 3/18) jlAİll Sijj t 5 pli İl dİ j| Iil5
“Feizenşakkatesissemau fekanet verdeten keddihani. : Gök yarılıp da kızarmış yağ renginde gül gibi olduğu zaman,” Rahmân 55/37)
Tasni’ : Düzme. Uydurma. Yakıştırma. * Bir san'atla meşgul kılma. * Güzel terbiye etme.
“Vessemai zatilbüruci. : O burçlara sahip gök yüzüne,” (Bürûc 85/1)
“Allahü la ilahe illa hüvel hayyül kayyum, la te'huzühu sinetüv vela nevm, lehu ma fis semavati ve ma fil ard, men zellezi yeşfeu indehu illa bi iznih, ya'lemü ma beyne eydihim ve ma halfehüm, ve al yühiytune bi şey'im min ilmihi illa bi ma şa', vesia kürsiyyühüs semavati vel ard, ve la yeudühu hifzuhüma, ve hüvel aliyyül aziym : Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.” ( Bakara 2/255)
“Fe kadahünne seb'a semavatin fi yevmeyni ve evha fi külli semain emraha ve zeyyennes semaed dünya bi mesabiha ve hifza zalike takdirul azizil alim : Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azîz, alîm Allah'ın takdiridir.” (Fussilet 41/12)
“Ve evha rabbüke ilen nahli enittehizi minel cibali büyutev ve mineş şeceri ve mimma ya'rişun : Senin Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kuracakları kovanlardan kendine evler edin.” (Nahl 16/68)
“İz evhayna ila ümmike ma yuha : Bir zaman, vahyedilecek şeyi annene(Musa aleyhisselamın annesine) (şöyle) vahyetmiştik:” ( Tâ Hâ 20/38)
“Ya meryemuknüti li rabbiki vescüdi verkeiy mear rakiiyn : Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan, (O'nun huzurunda) eğilenlerle beraber sen de eğil.” (Âl-i İmrân)
“İnna evhayna ileyke kema evhayna ila nuhiv ven nebiyyine mim ba'dih ve evhayna ila ibrahime ve ismaiyle ve ishaka ve ya'kube vel esbati ve iysa ve eyyube ve yunüse ve harune ve süleyman ve ateyna davude zebura : Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve (nitekim) İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, esbâta (torunlara), İsa'ya, Eyyûb'e, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebûr'u verdik.” ( Nisâ 4/163)