VİCDAN

VİCDAN:

Lügat mânâsı:

Ruhun mevcudiyet-i zâtiyesini bilmesi...

Mânevîyatın husule getirdiği hiss-i deruni,

Bu hisde ALLAH'ı hatırlamak ve ona duyulan haşyet ve sevgiden mahrum olmak korkusu. (Bugünkü Türkçe gibi başı boş bir dille bu hususları anlatmak çok güç)

Her insanda “vicdan” vardır.

Ya farkındadır ya değildir.

“Vicdansız” demek bunun farkında olmayan demektir.

“Vicdan” ne ise onda merhamet, sevgi, güzellik, adalet, doğruluk gizlidir.

Onlarla yoğrulmuş, dokunmuştur.

Bir insana vicdansız demek küfürdür.

Bu hissin, duygunun altında irade yoktur.

Elde olmayan İlâhî bir sevgi ve anlaşılmayan idrak edilmeyen bir mesuliyet vardır.

İnsanda mevcut bu duygunun tezahürleri vardır ve bu duyguyu muhafaza ederler ki bunlar da

0 duygunun kendinden çıkan filizleridir.

Onu koruyanlar, el ile tutulamayan görünmeyen his ve duygulardır.

Onlarda:

1 - HAYA ve EDEB:

Yaratılışta ve insanın elinde olmayan ve mânevî varlığından utanması ve çekinmesidir.

Her yaratıkda vardır.

Vicdanı zedeliyecek her harekette ortaya çıkar.

2 - FAZİLET: insanın yaratılışındaki iyilik, mânevî dürüstlüktür. insanın “ahsen-i takvim” en güzel mahluk olduğunu gösterir.

3 - ŞEREF:

İnsanın mânevî yüksekliğidir.

Mevki, makam insana şeref vermez.

İnsan mevki ve makama şeref verir.

Eğer hakiki insan ise.

(Hakiki insan olmayan nedir onu sen düşün!)

4 - NAMUS:

Bütün yukarıda küçük izahım yaptığımız insan hasletlerinin hülâsasını ifade eden “Mukaddes” bir kelimedir.

Târif edilemez.

“Namus-u Ekber” Cebrail'in ismidir.

Unutmayın!..

Şimdi bunları yani yukarıdaki târifleri yoğurarak tekrar anlatalım:

ViCDAN:

İnsanın ahsen-i takvim yaratılışmdaki mânevî dürüstlük ve doğruluğu aksettiren İlâhî haslet mihengi...

İlâhî Rahmetin aynası.

O aynadan RAHMAN görünür unutma!..

RAHMAN, Rahmeti hududsuz olan O .

FAZİLET:

Buradan akis ve tezahür eden büyüklük haslet ve duygusu...

Bunda hududsuz merhameti olan “RAHÎM O” görünür.

İFFET ve NAMUS:

Bu hasletleri koruyan İlâhî doğruluk çemberi...

En âdil mahkeme insanın kendi vicdanıdır.

Herhangi türlü adalet olursa olsun adaleti geciktirmek de adaletsizliktir.

Adaletsizlik insanın kendi içine inmeğe çalışmamazlığından ileri gelir.

Zira insanlar anlamadıklarına daha çok inanırlar.

Fakat adalet yerini bulsun diye adaleti yaralayacak büyük bir hata yapmaktan korkmalıdır. Zira, ALLAH'a isyan olur.

ALLAH'ın yarattığı her türlü maddî ve mânevî kanunda öç alıcılık olduğunu unutmamak gerekir.

Alemde mânâsız birşey yoktur.

Mânâsızlığın bile mânâsı vardır.

Tesadüf diye birsey yoktur.

Hem maddî hem mânevî hepsinin bir kanun hududları içinde cereyan ettiğini bilmek, anlamak, milyonda bire nasip olur. Herhangi bir şeyin maddî tarafı tahammülsüzlük hududuna girerse kâinattaki kanunun icra hududuna girer, perişan olur.

Bu hemen olduğu için teehhür etmez.

Mânevî kanunlar da öyledir.

ALLAH “zülintikamdır” demek öç alıcı demek değildir.

Yarattığı maddî ve mânevî kanun icrasıdır.

Bu kanun hemen tecellî ettiği için, onun için SERİÜ’L- HESAP’tır.

İnsanlar tutmamak için söz verirler.

Vaad etmek çok tehlikeli bir iştir.

Ve bu gibi işlerde insan “ALLAH” ile arada hicab olmadan temastadır.

ALLAH'ı görmemenin sebebi:

Onun dışında olmadığındandır.

Çok dikkatli olmak gerek...

Denize girip de kimse görmedi diye içine işeme!

Dikkat!..

Sevgiden doğan korkudan “Fedakârlık” ortaya çıkar.

Korkudan doğan sevgi ise şuûrsuzdur.

Bilinmez. Bu “CESARETTİR”

KAHRAMANLIK:

Şartların getirdiği bir durumdur.

Fedakârlık sevgiden doğan bilinmeyen bir korkunun tezahürüdür.

CESARET:

Şartlara bakmadan şuûrsuz ve sonu düşünülmeyen insanî bir haslettir.

Kahramanlık aklın bittiği yerden başlar.

Atın erkeğine aygır Dişisine kısrak Yavrusuna tay derler.

Peki ata ne zaman at deniyor?

Bütün bu hasletlerin ismi toplam olarak:

İnsanlığın “mânevi İlâhî gururu” ismini alır.

Hisler, Hareketler, insanların gururunu ayak altına alacak dereceye kadar küçülürse o insan yoktur demektir.

Ölüler yaşayanlara yük olursa saygısızlık olur.

Sabrı zorlamayınız.

Hakiki sabır ALLAH'ın her dediğine boyun eğmektir.

Sabrını ALLAH'ın Es SABÛR esması ile karıştırmaya çabala...

ALLAH bundan dolayı sabırlı olanları sever.

ALLAH sevdikten sonra daha ne istiyorsun?

Böyle insana sadaka farz ve emirdir.

Zekât, ruha.

Malındır.

Sadaka başın zekâtıdır.

Er REZZÂK Esmasını fiilen zikirdir.

Sadaka-yı Fıtr cesede aitdir.

Oruçlu iken muayyen güne ait olmasındandır.

Niyet ile olması ibadet olduğunun en büyük delilidir.

Sünnet; Bütün fiilî, malî, sözle yardımlardır.

Bir de “Şey'en lillah” sadaka vardır.

Ne farzdır.

Ne sünnetdir.

Bir şey değildir.

Asıl sadaka da budur.

Helâl rızıktan verilir.

Resûl-ü Ekrem ceplerinde 8 dirhem parası varmış.

Çarşıya çıkıyorlar.

Kendilerine bir gömlek alacaklardı.

Yolda ağlamakda olan bir cariyeye raslıyor.

“Niçin ağlıyorsun?”

“Bazı şeyleri almak için ailem beni çarşıya gönderdi.

2 dirhem param vardı.

Kaybettim.

Eve dönersem hâlim ne olur ona ağlıyorum. Korkudan...”

Resûl-ü Ekrem cariyeye 2 dirhem para verdi.

Geriye 6 dirhemin 4 dirhemiyle bir gömlek aldı.

Eve dönerken yarı çıplak bir adam gördü.

Gömleği ona verdi.

Geriye kalan iki dirhem ile bir gömlek aldı.

Evine dönerken daha önce rasladıgı cariye ile karşılaştı.

Ağlıyordu.

Sordu:

“Ne oldu?”

“Efendim geç kaldım. Dövülmekten korkuyorum”

Resûlü Ekrem, gel ben seni evine götüreyim.

Eve varmışlar.

Cariyenin sahibi Resûlü Ekrem'i görünce çok sevinmiş.

Resûlü Ekrem, çocuğun gecikme sebebini söylemiş.

Bağışlanmasın istemiş.

“Ey ALLAH'ın Resûlü! Evimize sizin ziyâretinize vesile olan bu cariyeyi ALLAH için azad edip, hür kılıyorum!”

Resûl-ü Ekrem çok memnun olmuş...

Evdekilere:

“Yanımda 8 dirhem ne bereketli imiş.

Bir cariyenin korkusunu önledik.

Sonra onun hür kalmasını sağladık.

Yan çıplak bir adamı giydirdik.

Yine de para bitmedi.”

Ne demek istediğimizi herhâlde anladınız, işte bu “şey'en lillah” sadakadır.

Bu sadaka; İnsanın ALLAH'a duyulan sevginin, Rahmeti hududsuz olana karşı irade dışı bir hareketidir.

27.X.1986

Hiss-i deruni : İçe doğma. Gönülden duyuş.

Haşyet : Korku ve dehşet.

Vicdan : İnsanın içindeki iyiyi kötüden ayırabilen ve iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem alan manevî his. * Kendinden geçme, dalma. * Bir şeyi bir halde görme, bulma. * Duyma, duygu. * İnanç. * Şuur. * Bâtın ile Hakkı tanımak. * Din.

Namus : Irz, iffet, edeb, hayâ. * Şeriat. * Melâike. * İrade-i İlâhiyenin tecellisi. * Nizam. * Emniyet ve istikamet gibi faziletlerin muhassalası olan pek kıymetli haslet. * Bir kimsenin mahrem, gizli esrarı olup işleri ve hallerinin iç yüzüne vakıf ve muttali kimseye denir. * Hayırlara ait gizli hâllerin hâmil ve vâkıfı olan. Bu mânada Cebrâil Aleyhisselâm'a ıtlak olunur. Sair melâikenin vâkıf olmadıkları vahyin sırlarına vakıf ve mahrem olması cihetiyle ona NAMUS-U EKBER denilmiştir.

Şey'en lillah : ALLAH için bir şey, sadaka.

Câriye : Muharebede İslâm düşmanlarından esir edilen kadın hizmetçi.