DİMAĞ = BEYİN İLAHÎ BİLGİSAYAR II

Kâinatta görünen şeyler akla göredir.

Her an değişmektedir.

“Yevmin huve fiy şe'nin”

Her an değişme vardır.

Fakat bizim anladığımız değişme yoktur.

Biz fâni olduğumuzdan biz değişiyoruz.

Azot, Karbon, Oksijen, Hidrojen, Kükürt, Fosfor ve diğerleri, hepsi bir takım fizikî ve kimyevî hassalara maliktirler ki bu hassalar ebediyyen kendilerine mahsustur.

Düşünülürse yalnız başına madde dahi mevcut değildir.

Kuvvet de...

Bu lâflar iki muhtelif düşünüştür ki eşyayı yakından tetkike yarar.

Madde: Kuvvet denilen beygirin zaman zaman kendisi ile takıldığı bir araba değildir. Meselâ:

Bir demir zerresi Dünya’yı dolaşan bir kasırganın arasında ne ise, gürültülerle rayların üzerinde koşan bir trenin tekerleğinde de o, bir insanın nabzından geçen kırmızı kan yuvarları içinde de yine o dur. Hassaları aynıdır.

Ebedidir ve sabittir.

Madde ve kuvvet gibi iki kelimenin insan lisanında mevcudiyeti bunların tabiatında da ayrı ayrı birer mevcudiyet sahibi oldukları zannını hasıl etmiştir.

Madde ve kuvvet fikirleri yekdigerinden ayrılmazlar.

Ayrıca bir madde tasavvuru, aynca bir kuvvet tasavvuru kadar mânâsızdır.

Biz maddeyi kuvvetiyle hissederiz.

Kendisiyle değil.

Kuvvet maddenin harekî tarafı, madde kuvvetin sükutî tarafıdır.

Kimya ilmi söyler:

Bir toz parçası ne kadar küçük olursa olsun bu Dünya’da kaybolmaz.

Dünya’ya bir toz parçası da ilâve edilmez.

Vücudumuzda mütemadiyen her atom diğer atoma mevkiini terk ederek çekilir, ayrılan atomlar yok olmazlar.

Şekli değişir o kadar.

Vücud, ferdi olan şekli i’tibariyle şüphesiz fânidir.

Fakat yine o şekli husule getiren unsur yani element cihetiyle katiyen bâki ve lâ yemuttur. Ferdi ve maddî olan şeklin inhilâli ile yani erimesiyle ruh uçar gider.

Ruh;

Gâyet muğlak olan imtizaçları vasıtasıyla tefekkür ve vicdan gibi büyük mikyasta faaliyetler gösteren atomların esasen ve ezeli olarak muttasıf oldukları kuvvetlerdir.

Tabiî olarak bu kuvvetler imtizacının ayrılmasıyla ayrılırlar, dağılırlar, inkisam ederler. Yokluktan hiçbir şey var olmaz.

Var olan hiçbir şey yokluğa dönemez.

Madde mütemadiyen dönen bir çarktır.

Hiç eksilmeden, arz, semâları ve bütün kâinatı bu ahengi husule getirir. Kim? Madde... Kuvvet daima aynıdır.

Kemiyete tahavvül etmez.

Vakıa biz kuvvet hadiselerini kendi lehimize, arzumuza göre tahvil edebiliriz.

Fakat tahvil ettiğimiz şey keyfiyettir.

Kuvvetin miktarı hiç bir zaman azalıp çogalmaz.

Bir baruta bir şerare degerse aralarında o anda müthiş kimyevî bir irtibat kurulur.

Hararet, ziyâ ve müthiş mihaniki bir kuvvet ortaya çıkar.

Bir volta pili içinde oksijen çinko ile irtibat ettiği anda elektrik kuvvetine inkılab eder. Hararet olur.

Ziyâ olur.

Ve tekrar pile döner.

Cisimlerin cüzi fertleri “Atomları” yekdiğerine yaklaşırken haiz oldukları harareti terk ederler çünkü hararet öyle bir kuvvettir ki birbirinden ayrılır.

Cüzi fertlerdeki yani atomlardaki bunlar güneşe ait kuvvetlerdir.

Bir maden kömürünün yanması demek vaktiyle kaybolduğu zannedilen, fakat kaybolmayarak bu maddelerde teraküm eden güneş kuvvetinin yeniden tezahürü demektir. Bir tabancada barut yandı mı; kuvvetin bir kısmı patlamayı husule getirmek için havaya, diğer kısmı hararete tahavvül ederek tabancanın demirini ısıtır.

Dünyada hiçbir şey kaybolmaz tebeddül eder.

Tebeddül eden de şekildir.

Her zerrede değişme vardır fakat mahvolma yoktur.

Gözümüze görenmeyen madde âlemi var.

Bir çok büyük mikroskoplarla bunları görüyoruz.

Bir damla bu çeşme yalağından su al!

Seyret!

Kocaman bir canlı uzvî âlem görülür.

Bir çok mahlûklar yaşıyor.

Haraket ediyor.

Yiyor.

Hazmediyor.

Mânâsıyla bir canlı mahlûk...

Bir noktanın yirmide biri kadar küçük ROTİFER=Nakiyeler: Mükemmel dişlere, mideye, bağırsaklara, rahme, yumurtalığa, gözlere, kana, mesane ve sinir sistemine malik olduğu görülüyor.

Bazı cisimlerin mevcudiyetini, atomları göremiyoruz.

Ancak dilimize vurduğumuzda o zaman atomlann mevcudiyetini tat olark alıyoruz.

“Deniz tuzu gibi” gâyet küçük olan parçaları görmek mümkün değil...

Bir tuz tanesini ancak lezzetini anlayabileceğimiz bir cesamette olduğu hâlde gözle asla görülmesi mümkün olmayan milyonlarca atomlardam teşekkül etmiştir.

İnsan dimağında milyonlarca hücre vardır.

Bu hücreler birbirlerine diğer uzuvlarda olduğu gibi bitişik değillerdir.

Aralarında açıklık vardır.

Her birinin vazifesi ayrıdır.

Sağ ve sol dimağ. Dîmağçe.

Dimağın üzerinde girinti ve çıkıntılar, üzerinde örümcek ağı. Dimağın içinde dört adet boşluk vardır.

Oniki çift büyük sinir çıkar.

Hepsinin vazifesi ayrı ayrıdır.

Sağ ve sol dimağ birbirinden farklıdır.

Girinti ve çıkıntılarda farklar vardır.

Yani tam simetrik değildir.

Anatomik küçük şekil, biçim farkı olduğu gibi vazife bakımından da farklıdır.

Kadın ve erkekte defarklıdır.

Kabaca dimağın târifi budur.

Uyanık veya uyurken dimağ üzerine bir pusula korsanız manyetik sahanın değiştiğini görürsünüz.

Uyurken ve uyanıkken kulak arkalarına konacak iki kutuptan birbirinden farklı grafi alınır. Bu dimağın çıkardığı elektromanyetik titreşimlerdir.

Başa kurşun dökerler.

Bu çok mühim bir hadisedir.

Hurafe değildir.

Kurşun erimiş hâlden birden donar hâle geçtiği zaman, bir metre çapında bir küre içinde elektromanyetik kuvvetleri ref eder.

Dimağda negroli hücrelerine tesir ederek hücrelerde husule gelmiş anastomos açılır. Streslerde, damarlar daralır, genişler bu, damarların sertleşmesini mucip olur.

Ve bu sırada vücudda katakolemin denilen bir madde ürer.

İleride bahsedeceğiz...

Sağ dimağ hareket merkezi Sol dimağ düşünce merkezidir.

Sağ, sol tarafı.

Sol, sağ tarafı idare eder.

Sağ tarafına felç gelmiş bir insan konuşamaz.

Zira konuşma merkezi soldadır.

Âfet de soldadır.

Sol tarafına felç gelmiş bir insan konuşur.

Âfet sağ dimağdadır.

Bütün dimağ merkezlerinin, vücud organlarının sağ ve sol ayak altında merkezleri vardır.

Eskilerin “İlm-i Ercül” dedikleri ayak ilmi hakiki bir ilimdir.

Bütün hastalıkların teşhisinde ayak altı bir kılavuz ve haritadır.

Bu merkezlere dokunarak, kokusunu alarak ve tazyik ederek üzerlerinde nasıl olup olmadığı bakılarak bir çok hastalıkların ve reflekslerin sebepleri tayin edilir.

Sağ ve Solda başka başkadır.

Müşterek olanlar da vardır.

Hülâsa dimağ; içlerinde HÂLİK’ın güçleri, kuvvetleri gizli bir depodur.

Görme, işitme, hissetme, koku alma, tad, duygu hisleri...

Adeta İlâhî bir bilgi, ilim, akıl, idrak, hafıza deposu bilgisayar. Geçmişin, Hâlin, Geleceğin her türlü meselesini hâlledecek bir bilgisayar.

Bütün organlar iç ve dış, hepsi o merkezden idare ediliyor.

Küçükten büyüyerek dimağa bilgiler dolduruluyor.

Bunların hepsi en küçük böcekten en büyük mahlûkata kadar bir baş içinde gi zli.

Bunun bozulmaması için târifnameyi Peygamber getirdi.

Târifnamede:

Gıda, temizlik, her uzvun bakımı için usuller, yasaklar kondu.

Fazilet, doğruluk, merhamet, ruhî duygulardan ayrılmamak.

Gıpta, hased, yalancılık, gıybet bunlardan kaçmak.

Bunların hepsi dimağdaki kudret ve güçlerin gizli kapaklı görünür görenmez maddede de “MENDELYEF” Cetvelîne göre 99 cins maden ve fazlası, 99 adet de esma şeklinde kudret verildi...

Vücudda sükûn yoktur.

Kâinatta da sükûn yoktur.

Bu esmaların titreşimlerine göre miktar ve adetleri vardır.

Bu ihtizazlar insan dimağmdaki milyonlarca hücrelere muhtelif yollardan girer.

Kontrolden geçerek âdetâ bir bilgisayara verilen malûmat nasıl hıfz ediliyor orada kalıyorsa bir bilgi istediğimiz zaman sorumuz o evvelce hıfz olunan bilgilerden hurdasız ve doğru bir sûrette malûmat veriyorsa...

İlâhî ihtizazlarda Resûl-ü Ekrem hususi bir sûrette Resûl’un dimağlarındaki İlâhî bilgisayarda sese tahavvül ederek mübarak ağızlarından kelime olarak çıkıyor, işte vahiy şeklinde, ses hâlinde “Kur’ân” budur.

Bütün esrar da onun âyetlerinde gizlidir.

Ses ve “incontation” larında...

“Kur’ân her derde maddî ve mânevî devâdır.” Âyet.

Her kelimenin, her sesin bilgisayarda yeri vardır.

Vücudda maddî ve mânevî bir bozukluk o bilgisayarın hangi noktasında ise onun bozukluğu veya onu bozan hastalık vücud muvazenesini bozuyor.

İtiraz etme!

Ben doktorum.

Hem de sıra doktoru değil...

Vücuddaki hastalığın tesir ettiği merkezdeki o bilgisayarın yerine İlâhî ihtizazla düzeltmek gayesine ma’tuf okumalar vardır.

Bu okumalardaki ihtizazların, titreşimlerin tesiri mühimdir.

Fakat bu büyük mânevî bir ihtisasa sahip olmakla mümkündür.

Üfürükçülük değildir.

O tamamen soytarılıktır.

Ve hem de manen yasak ve İlâhî edebi zedelemektir.

Hatta küfürdür.

Her okunan esmanın adedi vardır.

Hangi âyetle husule gelecek seslerin tesiri veyahut “söylemeyeceğim” bir usul ile tamir edilir.

Ağrı dindirici ilâçlar, ipnozla tedavi.

Hissi iptal.

Hurafeye bürünmüş gibi görünen bazı usuller.

Resûlü Ekrem ben :

“İnsana kerem olarak verilen ahlâk’ı tamamlamak için gönderildim” buyurması.

Ahlâksızlık mı vardır?

Bu perde arkasında söylediğimiz İlâhî bilgisayarın bozulmaması için emirler târifnâmesîni beşeriyete bildirmek bu “tamamlamak” mübarek sözüdür.

Her hastalıkta vücudda bazı maddelerin azaldığı, bazılarının çoğaldığı görülür.

Tahlilat budur.

Yanan bir kömürde Oksijenle birleşen kömürdeki karbon’dur.

Bu kimyevî reaksiyonda maddelerin parçalara ayrılmasıdır. Onlarda saklı bulunan enerji açığa çıkar bu hararettir alev şeklinde görünür.

Işığın yayılması gibi havada yayılır.

Fakat burada hararet yalnız hissedilir.

Görülmez.

Hararet bize üç yol ile görünür.

1 -Nakil-Conduction

2- T ahavvül-Convection

3- Şua’-Radiation

Bu hâl hem hariçte hem vücud içinde oluşmaktadır...

Yunus “Cebrailem” diyor.

Burada Cebrail bir âlet, vasıtadır.

Dimagdaki düşünceler, sessiz sözler, kelimesiz lâflardır.

Bu düşünceleri sese çevirmek bunları âlet vasıtayla doldurmak yani ruhun kudret ve güçlerini cesed mekânında kendisinin ait olduğu Lâ Mekân’a bağlanışı ses ile oluyor demektir. CEBRAİL, Namus-u Ekber olduğu için bunların hepisi doğrudur. HAKK’dır.

Onun için Yunus “Cebrailem” diyor...

Kâinatta, herseyde devamlı, süratli bir titreşim var.

Atomlar durmadan harekette.

Yıldızlar dönüyorlar.

Âyette:

“Hey şey sizin göremeyeceğiniz bir sûrette yok oluyor ve tekrar var oluyor...”

Bir ampulün saniyede 60 defa yanıp sönmesi gibi.

Bu ihtizazlar, titreşimler mânâlı ve devamlı bir “emir” dir.

Bir öğüttür.

Havadaki radyo dalgalarını alamıyoruz.

Âlet ile alıyoruz.

Görüyoruz, işitiyoruz, işte bu küçük basit benzetme gibi...

İlâhî ihtizazlar ki Cenab’ı HAKK’ın kudret ve güçleridir.

Bu güçlerin hududu yoktur.

Vücuddaki sinirlerde vücudun kendisinin devamlı olarak elektrikiyeti görülür.

Bu elektrikiyet alternatiftir.

Dimağda, kalbde, Ansefalografı EKG bunlarla elektrik mevceleri alınarak rahatsızlıklar teşhis edilmektedir.

Sinirlerin herhangi bir bölgesinde bozukluk bu elektriğin geçtiği yerde bir ağrı seklinde hissedilir.

O mıntıkaya iğne batırmak, cereyanı bir müddet için bir “Sirküvi” gibi o noktaya ceryan geçirmemiş olunur.

Akapuntur bu esasa bağlıdır.

SARA = EPİLEPSİYA ;

Dimağda Nekroli hücreleri arasındaki elektrikiyet alternatif alış verişinin herhangi bir sebeple bozulmasıdır.

Bunu düzeltmek mümkündür.

Dikkat edilirse sara nöbetleri gökte ay büyümeye başladığı zamanlarda gelir.

Sara bu hücrelere kulak yoluyla muayyen ihtizazları, titreşimleri vermek sûretiyle düzeltilir. Garip bulmayın bu sözleri ben de doktorum.

Hem mahalle doktoru değil...

Ve çok saraların bu usulle tamamiyle iyi olduğunu müşahade ettim ve biliyorum.

Kanserli hastaların dimag’ın tesiriyle kurtulduklarını gazetelerde okuyorsunuz o kadar. Fakat nasıl iyi olduğunu bilmiyorsunuz.

Muayyen klâsik diye saplandığınız fikirlerin esiri oldukça, maddeye yapıştıkça bunu hiç bir zaman anlayamayacaksınız.

Fakat o hastalar yine iyi olacaktır.

Dimağdaki kudretleri takviye etmektir basan...

Üzüntü; uykuyu kaçırır, iştahı keser.

Günlerce vücud sinir sisteminin bozukluğu altında her türlü metabolizma, hormon dengesi bozuluyor fertlerin geçim sıkıntısı, gıdasızlık, ruhî üzüntü ve bunalımları tahammül hududunu aştırıyor.

İntiharlar, yavrularını, karısını, kendisini öldürenler her gün gazetelerde yer alıyor.

Iran şahı Rıza Pehlevi üzüntüden kanser oluyor ölüyor.

Fazla üzüntü, fazla sevinç, ani veya tedrici, organizmada dimağ’a hormonlara tesir ederek eski hâlini almak hududunu asıyor ve organizmada bazı hücreleri bozuyor.

Hırs, herhangi bir şeye fazla düşkünlük, hased, gıpta bir çok bunalımlar, kumar, içki, hırsızlık, haram peşinde koşmak gibi üzüntüler, yoksulluk fazla zenginlik, saymakla bitmez. Üzüntü stresler...

İnsan dimağ’ında “Adetâ insanın maddî olarak bir yerinin yara alması veya ezilmesi gibi” Dimağ hücrelerinde bir ezilme husule getiriyor. Bu ezilme maddî ve ruhî olabilir.

Bu sûretle bunalımlar ortaya çıkıyor.

Kanser:

Hücrelerin “Bir çoğu bilmediğimiz sebeplerden veya bilip de ehemmiyet hududumuza almadığımız hâllerden” anarşisidir.

Yani hücrelerin düzene uymamalarıdır.

Kanserli bir hücre kanun dışı bir kişi gibidir.

Biyolojik açıdan normaldir.

Ancak sosyal acıdan düzeni bozduğu için çevresindeki hücreleri de kendisine benzeterek hastalığı ortaya çıkarır.

Şua’ tadavisi, radyum, kobalt hepisi bu bozulan hücre alış verişindeki bozukluğa ma’tuf dur. Hücreler zamanla yaşlanarak normalde ölüyor.

Ancak hücrenin sosyal davranışları bozulduğu zaman kanserlesiyor.

Tabiî bir tek hücrenin yaşlanması veya kanserleşmesiyle insan ne ölüyor ne de kanser oluyor. Kanserleşen veya yaşlanan hücre sayısı çoğalınca neticelere geliniyor, içimizde kanser kendisine uygun maddî ve ruhî ortamı bulduğu zaman oluşmaktadır.

Başta üzüntü, yukarıda anlattığımız sebepler gelir.

Dimağdaki kudretleri takviye ederek bir çok kanserlilerin kanseri yendiği söylenmektedir. Bilinen nedir?

O’nu maalesef söyleyen yok ne ile neyi yendi?..

Çözüm noktası burası fakat her akla sokmak zordur.

Kendi kendine sual sormadan okumağa devam et.

Şunu unutma sual soracağın zaman :

Bazı atların üzerine eğer vurulmaz.

Şunu da öğren:

At’ın erkeğine aygır.

Dişisine kısrak.

Yavrusuna tay derler.

At’a ne zaman “At” denir?

O’nu öğren...

Kanserlerde metastas “Sıçrama” kan ve lenf yoluyla olmaktadır. Bu şu demektir:

Kanser hücreleri veya mikrop veyahut virüs ise tahrip ettiği yerde kendisinin barınamayacağı bir durum husule gelmiştir.

Oradan muhaceret etmekte ve kaçmaktadır.

“Kan ve lenf yolunu seçtiğine nazaran kanser hücreleri kan ile ancak faaliyette mevcudiyetini temin etmektedir diye düşünebiliriz.”

Yapılan son tecrübelere göre kanser hücreleri 24 saat kan alamadımı ölüyorlar ve kanser o nahiyede adetâ kayboluyor.

Buna göre kanserleri kan beslenmesinden mahrum etmek lâzımdır.

Kan kanseri = Lösemi bu bakımdan şayanı dikkattir.

Sol bacak tibya üzerinde büyük bir ayva kadar açık kanayan “Karnıbahar” manzarasında, Emirdağ’ından 43 yasında bir erkekti. Biyopside kanser olduğu sabit.

Bacağın kesilmesini söylemişler hasta razı olmamış, bizim hastaneye gece nöbetçi arkadaş tarafından yatırılmış biz de aynı şeyi söyledik.

Hasta kabul etmedi bacağının kesilmesini...

Hava çok soğuk olduğu için taburcu etmedik bir müddet pansuman yapılmasını ve beslenmesini temin için.

Fakat bu arada biz, tümörün sağlam cilt ve kemiğe kadar “Neocain+Blvitamin- Adrenalin” ile bloke ettik. Her gün iki defa üçüncü günü tümörün rengi değişti.

Adetâ dökülmeye başladı. Bir haftada tamamiyle döküldü yerini tibya üstünü biraz kürete ettik.

Açık pansumânâ devam...

Bir hafta sonra yanlarda temiz burjonuman gelişmeye başladı.

Bir ay zarfında yara tamamiyle kapandı.

Ancak kalan eni 5, boyu 9 cm. olan yere “Tirscnh” yaptık .

Tuttu .

Tam iki ay içinde yara basit bir skatris ile kapandı.

Biz bunu Eskişehir Devlet Hastanesinde 1959 da kendi servisimizde yapmıştık.

29.7.1982 de Saklambaç gazetesinde çıkan bir yazıyı şayanı dikkat buldum ve müşahedemizi yukarıda yazdım.

“Doktorlar kanserli tümörleri aç bırakmayı planlıyor.

Artık kanserli tümörleri, basit bir yöntemle, beslenmesi için gerekli kan dolaşımını keserek öldürmek mümkün olabilecek.

Farelerle yapılan deneylerde, kanla beslenmesi kesilen kanser hücrelerinin 24 saat içinde öldükleri ortaya çıkmıştı.

Bu verileri göz önünde tutan, Londra yakınındaki Mont Vernon Hastanesi Gray Laboratuvarı’nda görev yapan bilim adamları, tümörlere direkt olarak müdahale etmeden, kan beslenmesini kesecek bir uygun ilaç geliştirmeye çalışıyorlar.”

Üfülemek :

Sıcak bir şeyi soğutmak için üfüleriz.

Sıcak cay içerken, içeri doğru üfleyerek ses çıkararak içeriz.

Bir borudan üflersek ses çıkar “Düdük”...

Her türlü buhar bir yerden çıkarken ses çıkarır.

Vapur, tren, düdükleri gibi...

Çay karıştırırken bardağa kaşık vurur ses çıkarır.

Rüzgar bir yere çarparsa ses çıkarır.

Her şey ses çıkarır.

Buharın, Rüzgârın, Çarpmanın ses husule getirmesi:

Acaba, müessirin tesir ettiği şeyden mi yoksa tesirin müessirdeki sesi ortaya çıkarması mı sebeptir?

Hemen cevap verme!

Düşün!

Burada yanılırsınız.

Bu seslerin duyulması veya sesin husulü için hava lâzımdır.

Hava ses nakleder.

Havasız yerde ses gitmez.

Duyulmaz.

Kapalı percereden dışarı ses gönderemeyiz.

Tozlara üfleriz.

Tozlar hareket eder, ses tozu uzaklaştırıyor.

O hâlde sesde itici, tesir edici bir kuvvet hassası var.

30 saniye pişmemiş yumurtanın yanında siren çalın yumurtanın beyazı hemen pişer.

Tavuk yumurtlarken ve yumurtladıktan sonra bağırması kabuk sertleşmesine tesir eder.

Âlim geçinen efendi, bu lâfı hor görme.

Hayvanat bahçesinde aslan avı yapanlara sözümüz yok...

Ses kulaktan dimağ merkezine gider duyarız.

Bunların hepsi ihtizazdır, titreşimdir.

Bir bardaktaki suyun üzerine üfülesek su harekete başlar. Denizdeki dalga rüzgârın tesiridir. Fazla rüzgâr fırtına yapar.

Ağaçlan devirir.

Evleri sürükler.

Bunların hepsi yani havanın harekete geçip çarptığı yerlerde ihtizaz yapması ses doğurur. Bu sesler duyulmayandan, gürültü ve tarrake’ye kadar herşeye tesir eder.

Fakat hersey atomlarıyla, protonlarıyla devamlı ihtizaz ve titreşim hâlinde olduğunu da herşeyin bu zemin üzerinde mütalaasını icab ettiğini unutmamak lâzımdır.

Fazla gürültüde insan uyuyamaz.

Vücud ve kanda bir titreşim olur.

İnsanın hissedemedigi bir değişme hasıl olur.

Bu zamanla hastalık yapar.

Bütün hastalıklarda bunların az çok:

“Duyulur, görünür, görünmez” tesirleri vardır.

Ani gürültüden çıldıranlar.

Ölenler. Korkanlar vardır.

Küçük gürültülerin de zamanla yaptığı küçük tahribat insanın sinir, kan sistemine tesir eder. İnsan hasta olur...

Kum çöllerinde eksibeler vardır.

Rüzgârla inlerler.

Bir insanın gözüne ağzını yanaştırıp bagırrsak göz bebeği küçülür ve göz sulanır.

Yaş dökülmeğe başlar.

Bazı nebatlar, çiçekler gürültüden müessir olurlar.

Büyümeleri ya çoğalır ya azalır...

Ziraatta müzik bazen verimi çoğalttığı görülmüştür.

Tavuklar gürültüde ve ziyâda uyumazlar.

Bu sûretle yumurta yapması ve hemen büyümesi son asrın garip tavukçuluk ticaretini yapmıştır.

Fakat yumurta başkadır.

Amnios zan kalınlaşmıştır ki bu vücud için zararlıdır.

Vibrasyonlar, gürültüler, vücudda bir çok ihtizaz husule getirirler.

Bunlar uzviyete tesir eder.

Vücud metabolizmasında bozukluklar yapar.

Müzik âletleri çalanlara da bu ihtizaz tesir eder.

Nefes ve diğer sesli müzik âletleri hep böyledir.

Sarsıntıdan bir makinanın civataları gevşer ve makinada sarsıntı yapar.

İyi kapanmayan arabalarda bu sarsıntıyı şoför hemen hisseder, arka kapı iyi kapanmadı der. Bu sesler vücudda uzvî ve ruhî muvazeneyi bozar.

Kulaklarında ses duyanlar, görünen normalin görmediği şeyleri görüyorum diyenler, ruhî bunalımlar hep bu kadro içindedir.

İki cisim yekdiğerine delk temas ettirilip kuvvet artırılırsa hareket husule gelir.

Bu delk çok sür’atli olursa hareket birşeye tahavvül eder. Yekdiğerine o cisimlerin atom elektronlarında kaynaşma hasıl olur.

İnsan vücudu, cesedî yaradılış icabı kimyasal ve fiziksel bir çok kanunlara tabidir.

Uzviyetin alıştığı şeyler vücuda adetâ mal edilir.

Rahatsızlıklar, hastalıklar cesede, uzviyete arız olur. Tedavisi uzviyetin bozulan nizamına karşıdır.

Sigara içen bir insanın uzviyeti ona alışmıştır.

Bırakması vücudun onu istememesi ile mümkündür.

Uzviyetteki bu hâl ruh ve görünmeyen insan hasletlerine galip gelirse onu bırakamaz. Milletlerdeki âdet, anane, gelenek de ruhî bakımdan insanın görünmeyen tarafına aittir. Bunların terki de uzvî bozukluklar seklinde ortaya çıkar.

Adalet, fazilet, doğruluk her türlü temiz işlere alışılmıştır.

Bir insan bunları terk edemez.

Uzviyeti ruhla birlikte uyum hâlindedir.

Bunların bozulması her türlü uzvî ve ruhî hasletleri, alışkanlıkları yekdiğerine karıştırır, Babadan gelmiş temiz ve güzel uzvî ve ruhî hasletleri, âdetleri, beslenmeyi terk etmemek lâzımdır.

Bunlar üzerinde yapılacak ani füzel restorasyonlar bile insan tarafından yadırganır.

Bunların fenaları yavaş yavaş telkin ve anlatarak uzviyet ile ruhu barıştırmak lâzımdır. Psikoterapi, Psikoanaliz bundan başka nedir.

Hurafeler de öyledir. Fakat hepsinin bir hududu vardır.

Ruhî hasletlerin ve uzviyetin de bunları aşmaması tazimdir, insanın fena ve iyiyi de tasdik edecek kabiliyet ve istidatta yaratılmış olduğunu unutmamalıdır.

Filân böyle söyledi.

Filânca bunu dedi.

Lafları cemiyete yerleşirse o zaman batıl, uzvî ve ruhî inanmalar, itikatlar ortaya çıkar.

Asıl hakikat perdelenir.

İslamdaki ibadet:

Uzvî ve ruhî muvazene ahengini bozmamak için emrolunmuştur. Dimağın, vücudun, uzviyetin, düzgün işlemesini temin edecek bir nevi târifnamedir.

“Ben mekârimi ahlâk’ı tamamlamak için gönderildim”...

Haram, memnu, yasak : Helâlin mukabili...

“Haram olsun!” deriz.

Bu içine sinmesin demektir.

Yani muzır olsun, hem uzviyetine hem ruhuna...

Oruç:

Dilsiz bir vücud duasıdır. Uzviyetin kendi kendisiyle “....” sidir.

Namaz ;

İnsan vücudunu unutup ruhun hakim olduğu bir vaziyettir.

Bir istiridye kabuğunda bütün bir deryanın uğultusunu dinlemek mümkündür.

Ney kuru bir kamıştır.

Boş bir boru; üfülemede hüner var, kamış görülür el ile tutulur, çıkan ses görünmez duyulur, görenmede hüner yoktur. Görünmeyeni görmede hüner vardır.

Birini göz görür birini kulak işitir.

Ama bazen kulak da görür göz de işitir.

Bunu anlarsan yukarıda garip görünen sırrı da çözersin.

“iyi ve kötü insanlar” sözü kalmadı.

Bugün ne kötü insanlar var ne de iyi insanlar var.

Hepsi bir oldular ve karıştılar birbirleri ile.

Nasıl karıştılar düşün bulursun.

Fena, kötülerden iyilerin içine kayma mı oldu da çoğaldılar.

Yoksa iyiler mi kötülerin içine kaydı...

Fikir, inanışlar yekdiğerine karıştı ve hakikatten uzak fakat hakikat gibi görünen, gösterilen bir inanış ortaya çıktı...

“Herkes kendi devrindekilerle haşrolur” Âyeti nedir?

Ne demektir?

Bilirsin, hem de hiç bilmezsin.

Bir zaman toprak üstünde iken: Şimdi toprak altında olanların, toprak üstünde iken yaptıklarından bahsetme, onları Rahmetle an!..

O kadar...

Sözlere bakma!..

“Resûl-ü Ekrem ve Kur’ânı Kerim” yeter artar bile...

Başka şeylerle uğraşma, yeter dedik ya!...

Şimdi toprak altında ne yaptıklarından biliyorsan bana da onlardan bir ip ucu ver!

Ona göre hareket edeyim.

Veremeyeceksen, söyleyemeyeceksen beni dinle o hâlde bir şey kaybetmezsin.

Günahtan sakınmak tövbede uğraşmaktan kolaydır.

Bu çok büyük bir laf dır.

Kimin sözü olduğunu bilen bilir.

Aşağıdaki âyetlerin mânâlarını, inceliklerini öğren ondan sonra konuşalım:

1- Elhamdülillâhi Rabbi’l- Âlemin Er Rahmâni’r-Rahîm.

2- Errasihune fil ilim. İlimde rasîh olanlar “Rasih” kimdir?

3- Fezkirûni ezkirkûm. Beni anınız ben de sizi anarım.

4- Ennallahe Rabbe Rabbeküm.

Ben ALLAH RABB’ım. Sizin de RABBinizim.

5- Velekad kerremnâ benî Âdeme. Âdem’e kerem olarak hüner ve keramet “Verildi”. “Verdik” denmiyor.

“Verildi” yani gizli gibi.

Sanki: “Sen ara bul onu!” demektir.

6- Velezikrullahı Ekber. En büyük zikir ALLAH’ın zikridir.

“Beni anınız” tavsiye ediyor.

O zaman “Ben de sizi anarım” serbest bırakmış.

“Sana verileni bulursan ben de sizi zikrederim” demek:

“Benim zikrime girersin. İşte o zikir en büyük zikirdir ki ALLAH’ın zikridir.”

Kur’ân ı kerîmde :

Bazen Cenab’ı ALLAH doğrudan doğruya konuşur.

Bazen Resûl’un ağzıyla konuşur.

Bazen ortak gibi başkasının ağzından konuşur.

Bazen yokmuş gibi başka biri konuşuyor zannedersin.

“Yarattık”.

“Yarattı”.

“Yaratacak”.

“Yaratıldı”.

Lâfz-ı celileleri de bunu apaçık ifade etmektedir.

Daha fazla söyleyemeyiz.

Aklın eremediğini akla sokmağa çalışmak da akla hakaret olur.

ALLAH’m yarattığı şeylerde ALLAH’m kudretini görmeye çalış!

ALLAH’ı ısbata kalkmak şüphe etmenin ta kendisidir.

ALLAH’ı yarattığı şeylerle varlığını ispata kalkma!

Kime ispat etmeğe uğraşıyorsun”.

Sen bile bildin mi?

Evet mi?

Evet! o hâlde sus!..

Hayırsa. Çekil!

Kitabımızı okuma!

ALLAH’m dışında değilsin ki O’nu göresin, ispata kalkasın.

Siz kendi kendinizi dışarı attınız, aklınızla...

Sonra o akıl ile ne arıyorsun?

“Hiçlik - Yokluk” diye bir şey yoktur.

Her şey vardır.

Aklın durduğu ve boşlukta kaldığı hudud, ötelerin ötesidir.

Fakat akıl yine çırpınıyor.

Nedir bu ötelerin ötesi?..

Başı da yok, sonu da yok...

Ne yapacaksın ötelerin ötesini?

Merak değil mi öğrendin ne olacak şimdiden söyleyim. Tımarhâne...

Bunlara akıl “Ermez” değil.

“Yetmez”...

Aklı yeten var mı?

Olmaz olur mu.

Bak onlardan birinin söylediklerini söyleyeyim dinle!

Sonra o mübarek zâtın ruhuna abdest al bir fatiha oku!

“ALLAH’ı idrakten âciz olduğunu beşer hissettiği dakikada O’nu idrak etmiştir!” “ALLAH’ı bulamıyacagını anladığı dakikada insan ALLAH’ı bulmuştur”...

O zaman ötelerin ötesi nedir?

Burnunun ucu kadar yakın olduğunu anlarsın...

“Hayır ve Evet” in dışında cevaplar vardır.

Hataların güzel tarafları vardır.

Ümitsiz olmamalıdır.

Bir zaman bir balık hayatımı kurtardı.

Nasıl mı?

Söylemem.

Sen ara bul!..

Anlamadı iseniz sözümü geri aldım...

Aklını incitmeden imanın güzelliklerini sana okşayarak üfüleyen birini ara! Ondan öğren ALLAH sevgisi nedir?

Bu sevginin başlangıcı yok ki kavrayasm.

Sonu yok ki anlatasın.

ALLAH’ı seveni ateşe atsalar ALLAH’a karşı duyduğu sevgi o ateşi gülistana çevirir.

Nasıl olur?

Buz gibi, bal gibi olur.

Sevgin HAKK’ın sevgisiyle karıştı da ondan...

Edebiyat yapmıyorum.

Fizikman söylüyorum.

Gönül gözü perdeli olanlar bunu anlayamazlar.

Çünkü HAKK’ı unutup:

“Ben varım!” derler.

Bilmeden bu lâflara da akıl ermez değil.

Yetmez...

Hassa : (C.: Havass) İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Te'sir. Menfaat. * Adet ve alâmet. Ekâbir, kavmin ileri geleni.

ihtizaz mevceleri : Titreşim dalgaları.

Lâyemut : Ölmez. Mahvolmaz. Hayatı sona ermez. lALlI ^3 jA AİLuıJ H ^3 JjA Jj ^-JİJ

“Yes'eluhu men fiyssemavati vel'ardi kulle yevmin huve fiy şe'nin. : Göklerde ve yerde bulunanlar, O'ndan isterler. O, her an yeni bir iştedir(yaratma hâlindedir.)” (Rahmân 55/29)

“Ve min kulli şey'in halakna zevceyni leallekum tezekkerun : Her şeyden de çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız.” (Zâriyât 51/49)

“Ve nünezzilü minel kur'ani ma hüve şifaüv ve rahmetül lil mü'minine ve la yezidüz zalimine illa hasara : Biz, Kur'an'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.” (İsr3a 17/82)

“İnnema emruhu iza erade şey'en ey yekule lehu kün fe yekun : Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı «Ol!» demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (Yâsîn 36/82)

Tedrici : Azar azar, derece derece ilerlemek. Birisini bir şeye yavaş yavaş vardırmak. * Sıkıştırmak suretiyle çok güçsüz hâle koymak. * Edb: İfadenin derece derece yükselmesi veya alçalması. (Bak: Tensik)

İmtizac : Muvafık ve mutabık olmak. Mezcolmak, uyuşmak. İyi geçinmek. Karışmak. Kemiyet : Kemmiyet. (Kemiyet) Miktar, sayı, nice oluş. Az veya çok oluş.

İnkisam : Kısımlara ayrılma.

Teraküm : Birikme, yığılma. * Birbiri üzerine sıkışma.

Tebeddül : Başkalaşmak. Değişmek. * Yeni hey'ete, başka kıyâfete girmek. (Bak: Hudus). Cesamet : İrilik. Büyük olma, cesim olma

Eksibe : (Kesib. C.) Büyük çöllerde ve sahralarda, rüzgârın biriktirdikleri kum yığınları.

“El hamdü lillahi rabbil alemin Er rahmanir rahiym. : Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. O, rahmândır ve rahîmdir.” (Fatiha 1/2-3)

“....ve ma ya’lemü te’vilehu illellah, ver rasihune fil ilmî yekulune amenna bihi küllüm min indi Rabbina, ve ma yezzekkeru illa ülül elbab : .... Halbuki Onun te’vilini ancak ALLAH bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.” (Âl-i İmrân 3/7) “Fezküruni ezkürküm veşküru li ve lâ tekfürun : Öyle ise siz beni (ibâdetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!” (Bakara 2/152)

“İnnellahe rabbi ve rabbüküm fa'büduh, haza siratüm müstekiym : Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu doğru yoldur.” (Âl-i İmrân 3/51)

“Ve le kad kerramna beni ademe... : Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık....” (İsrâ 17/70)

“Fezküruni ezkürküm veşküru li ve lâ tekfürun : Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!” (Bakara 2/152)