KÂİNATDA TEKÂMÜL ve İLÂHİ KANUNLAR...

Olmamış meyva, çok olmuş meyva, az pişmiş yemek, çok pişmiş yemek, olmamış bir

buğday, erken doğmuş bir yaratık,

yarım kalmış veya olgunluk hudunu aşmış her şey:

Maden, Nebat, Hayvan, Canlı, İnsan...

Kâinatda câri kanunların dışında az çok hissedilir edilmez kalmış demektir.

Onu tekâmül ettirecek şartların yoksunluğu veya çokluğu onu normalden ayırmaya zorlamıştır.

Kimya, Fizik, Fizyolojisi üzerinde tam olgunluk olmamış veya hududu aşmış demektir. Elinize bir kiraz alın!

Sap, içindeki çekirdek, dısarda bir zar, yenen kısım çekirdekle zar arasındadır.

Zar ile çekirdek arasında meyve büyüyor.

Dikkat edin!..

Her canlı aynıdır.

Yumurtaya bak...

İnsan yavrusunda su “Amniyoz” içinde yumurtadaki zarın genişlemesi neticesinde yavru ile zar arasında kalan kısım...

Mikrop da böyledir.

Nüvesi ile zan arasında hastalık yapacak “maddesi” toksini vardır. Beyaz yuvarlardaki “Fagositoz” hadisesi de aynıdır.

Mikropları mikroskapda tetkik ederken, bu zarı boyarız, teşhis için. Gram pozitif, gram negatif deriz.

Yani boya alan, boya almayanlardır bunlar...

Mikropları böylelikle ayırırız.

Hatta mikroplara karşı antibiyotiklerin tesiri “Rezistans” hikâyeleri de buna ma’tufdur. Vücudun % SO’u organik maddelerin. % 90 protein. % l karbonhidrat yağlar.

Birçok kısmını da sular teşkil eder.

Bu gelişmede kalsiyum, fosfor, sodyum, klorid, potasyum, magnezyum, kükürt esasdır. Demir, manganez, bakır, iyot, çinko, kobalt, flor, selenyum.

Bunlar az miktardadır, sabittir. Kurşun, civa, kadmiyum, çok az lüzumludur.

Fazlası zehirlidir.

İnorganik maddelerin bir kısmı kemiklerde erimiş tuz halindedir.

Gazlardan oksijen, hidrojen, azot, karbon bu nizamı kontrol eder...

Ziyâ; göze, ses kulağa, sıcak-soğuk cilde, gürültü, vücuddaki titreşime evvelâ fiziksel olarak tesir eder.

Dimağda bunların yaptığı tepki neticesi reaksiyon ve tesir, organizmada bozukluk ortaya ya hemen veya yavaş yavaş zamanla çıkar...

Bunların zararlarını biz bugün fennî olarak basit ve anlaşılmaz bir kelimede topluyoruz. “Stres” bunalım diyoruz.

Sempati, antipati, neşe, keder, yorgunluk şeklinde ifade ediyoruz.

Allerji namı altında birşeyler mırıldanıyor, düşünceyi ve tetkik hudunu kapatıyoruz.

Nihayet uyusamamazlık ismi altında vücud “red” etti diyoruz.

Ve işin içinden hakiki sebebi bilmeden maskeleyerek başka şeyler arıyoruz.

Güneşin gurubu, bahar, çiçek, güzel hava, manzara hassas ruhları etkiliyor.

Şairler, ressamlar, heykeltıraşlar, müzisyenler, yazarlar ortaya çıkıyor.

“Herkes değil” dikkat...

Mevsimlere göre bu tesir değişiyor.

Herşey göründüğü gibi, sanıldığı gibi, bilindiği gibi her zaman değildir...

Dün evet olan bugün hayırdır.

Dün hayır olan bugün evetdir.

Basit, kaba, sathi olarak bir misal moda.

Renkde, şekilde, uzunluk, kısalıkda, her şeyde, yemekde, ilâçda...

Bu evet hayır arasında dikkat edilirse fark yoktur... “Uyuşamamazlık”, onları birbirinden ayrılamaz olduğunu bilmediğimizdendir.

Her şeyde bilmediğimiz veya bilmek istemediğimiz, labaratuvara girmeyen, aklımıza sokamadığımız görünmeyen bir esas bir cevher var ki, onu red ediyoruz bilmeden.

Gülmek, ağlamak, kederli olmak, neş’eli olmak, mesut olmak, bedbaht olmak.

Bunları çok iyi biliyoruz.

Amma dikkat buyrun sebebini bilmiyoruz, neden oluyor?

İşitiyoruz, görüyoruz, duyuyoruz.

Bunların fiziksel yollarını biliyoruz.

Fakat nasıl görüyor, nasıl işitiyor, nasıl gülüyoruz.

Niçin ağlıyoruz bunu bilmiyoruz.

Birçok nazariyeler var birbiriyle çekişmekte.

Aslında nazariyeler çekişmiyor, insanlar çekişiyor.

Gıdıklanmakta gülüyoruz.

Fazlası olursa insanı öldürüyor.

Güldürücü gaz niçin güldürüyor?

“Nitrojen-Azot hikâyesi”“.

Kanda azot fazlalaştı mı acaba?..

Gülmede, gıdıklanmada azot kanda fazlalaşır.

Niçin?

Hele dur daha vakit var okumaya devam et!

Komik hadiseler :

Gözle hareki olarak görerek veya işiterek veya okuyarak güleriz. Bazen de ağlarız.

O hadisenin dimağda yaptığı tesir; kimyasal olarak kanı tahlil ettiğimizde, bazı maddelerin kimyasal olarak kanda, tahlil ettiğimizde azalması, bazen de çoğalması neticesidir.

Hiddet de budur.

“Katon” tecrübesidir.

Hassas olanlarda. intikamcı olanlarda.

Kindar olanlarda.

Âşık olanlarda Mutsuz olanlarda Münkir olanlarda Dindâr olanlarda Âlim olanlarda Mütevazi olanlarda Kibirli olanlarda Hırsız olanlarda Yalancı olanlarda Katil olanlarda Gaddar olanlarda Vesveseli olanlarda Dürüst doğru olanlarda Haris olanlarda Asabî olanlarda

Harhangi muvakkat, kronik iyi olmayan dediğimiz hastalıklarda Birseye müptelâ olanlarda Geçimsiz olanlarda

Hepsinde ya dimağda veya dış tesirler neticesi kanda meydana gelen küçük bir madde azlığı veya çokluğu sebebiyle husule geldiğini söylemek gerekiyor.

Bunlar :

Ayak altından muayene ile, gözle bakmakla, koku almakla belli olmaktadır.

“İLM-İ ERCÜL” eskilerin ayak ilmi dedikleri...

İnsanlardaki kabiliyet, istidat, zekâ ve akıl hep bu etkenlerin normalde veya anormal bozuklukların sebebiyledir.

Kanda sabit gruplar vardır, sabit madenler vardır, sabit organik maddeler vardır.

Ruhî merkezlere telkin, nazar, bunlar üzerine büyük tesir yapmaktadır.

Büyüler, muskalar, tütsüler, cinniler, perilerle hüddamlar görünür görünmez etkenlerin isimleridir.

Fena bir haber neşeli bir adamı birdenbire kedere sokar.

Kederli bir adamı iyi bir haber nasıl düzeltiyorsa; bunlar evvelâ insanda dimağda, sonra kimyasında veya evvelâ kimyasında, sonra ruhunda tesiri gösteriyor.

Korku, hiddet, heyecan, tansiyon, kalb üzerine tesir ediyor.

Bazen ani ölüm veya bayılma oluyor.

Bu hâl, kanda felan maddenin çoğalmasına veya azalmasına sebep oluyor.

Gaz cisimler kimyasal reaksiyon neticesi parçalanırlar veya birleşirler.

Bazı cisimlerin terkibinde bulunan maddeleri ayırmak için:

1- Kimyasal

2- Kaynatma, hararet

3- Mekaniki tesirler.

Bu birleşme veya parçalamayı, fazla hararete de maruz kalırsa sür’atini fazlalaştırır. Dondurma, bunlar cisimlerin terkibinde bulunan cevherler ayrılırlar veya birleşirler veya başka bir enerjiye dönerler.

Elektrik, hararet, ses, ziyâ gibi enerjilere çevrilir.

Sütdeki yağ, idrardaki maddeler santrifüj ile ayrılırlar.

Bazı yanma neticesi hasıl olan “duman” dediğimiz gazların terkiblerinde bulunan ve gaz hâlindeki cevheri kimyasal değil de fiziksel hadise ile açığa vururlar.

Sigara dumanı mavi renktedir.

Bu dumanda tütünün terkibinde bulunan nikotin vardır.

Bu dumanı bir kâğıt üzerine şiddetle üflersen, nikotin yapışkan bir hâlde açığa vurur. Ağızlıklarda aynıdır bu olay...

Ciğerlerde alveollerde bu duman şiddetli harekete geçtiğinden dar cidarlarda açığa çıkar ve yapışır.

Bu adetâ bir santrifüj gibi bir hadisedir.

Nikotin bu sür’atle ancak şiddetli vantilasyonu olan akciğer alveollerinde, sigara içenlerde husule gelip birikmektedir.

Oradan da kana ozmoz sûretiyle geçer.

Bilirsiniz akümülatörlerde kurşun levhalar vardır.

Bunlar asit içindedirler.

Buradan cereyan elde edilir.

Hangi madenler, maddeler elektriği geçirmezler.

Kurşundan X ışını geçemez, veya geçmez.

Geçemez ile geçmez arasında fark vardır.

Geçemez : İster amma kurşun bırakmaz.

Geçmez: Kursunla dost değildir demektir.

Yahut da geçemiyor.

Kurşun elektriği geçirgen midir?

Odun geçirgen değildir.

Başka neler elektriği geçirmezler?

Bazı nebat ve ağaçlar geçirgen değildirler.

Bazıları geçirgendir.

Bazıları elektriği çekerler, bazıları kovalarlar.

Yediğimiz kestane geçirgendir.

At kestanesi geçirgen değildir.

Hatta elektriği kovar uzaklaştırır.

Bütün canlılar ise elektriği geçirgendirler.

Bu üç dört satır düşünmeniz için söylenmiştir...

İnsandaki ruhî tezahürat, korku, neş’e, gülmek, ağlamak, heyecan, keder, hiddet, sevinç, ölüm haberi, iyilik haberi.

Bunlar kulaktan, gözden, birden bire hasıl olan olaylara karşı ruhun tezahüratıdır.

Bu tezahürat esnasında vücudun sabit olan kimyasında, hormonunda, fizyolojisinde muvakkat değişikliklere sebep olur.

Bu değişikliklerin şiddetine göre az bir zaman sonra kaybolur. Normale döner veyahut hududu aştı mı, anza bırakır ve yavaş kronik hâle girer.

Bir iki basit misal verelim:

Fazla gülenlerde “Azotemi” o anda kanda yükselir.

Jimnastik, yürüyüş, namaz, zikirden sonra vücudda hafif yorgunluk şeklinde bir rahattık husule gelir.

Kanda kreatinin fazlalaşmıştır.

Kreatinin uyuşturucu tesiri malûmdur tıpda.

Kanda erimiş hâlde bulunan bir azot gazı vardır.

Bir muvazene hâlindedir.

Bazı asabi refleks, anormal hâllerde, felçlerde bazı stres ve bunalımlarda, gayri tabiî gülmelerde, kahkahalarda, azot gazı adetâ “Habbe” hâlinde kanda çoğalır.

Fazlalasır.

“Hava ambolisi gibi” araz verir.

Bazı akli muvazenesizlik olarak kabul ettiğimiz hâllerde:

Sansoryel hallüsinasyon : Görmeler, ses işitmeler, hayal görme, açlık ve susuzluğun son hududunda kanda azot fazlalaşır.

Serap fizikî bir ziyâ hadisesi olmasına rağmen kanda bu tahavvül yine olur.

İleri derecede korkularda yine azot gazı fazlalaşır.

Kanda açığa çıkar.

Dimağda 111. vantriküle tesir eder, insan gülmeğe başlar.

Resûlü Ekrem:

“Kahkaha ile gülmeyiniz şeytanîdir!” yani uzviyete zararlıdır buyurmuştur.

Bunda birşey gizli herhâlde...

Garip gibi görünen bazı hakikatler vardır:

Yalan söyleyenlerde adrenalin o anda kanda çoğalır.

“Helak olacağınızı bilseniz yalan söylemeyiniz” hadisi birsey haykırıyor.

Yalanın ölümden daha fena tehlikeli olduğunu bildiriyor.

Bilir misiniz deveden yılan kaçar.

Deve yağı bulunan yerden yılanlar uzaklaşır.

Saçma görme!

Tecrübe et bak!

Devekuşu yumurtası bulunan yerde örümcek ağ yapmaz.

Yapamaz mı, yapmaz mı?

Onu sen bul!..

Ben söyleyip aklını karıştırmak istemem.

Zâten bir çoklarının aklı karmakarışıktır.

“Süleymaniye camiinde iki tane deve kuşu yumurtası konmuştur Mimar Sinan tarafından”. Tetkik ederseniz sebebin ne olduğunu anlarsınız.

Kanda PH denilen bir muvazene vardır.

Alkalen ile asit arası bir muvazenedir.

Bu muvazenenin bozulması hangi tarafa olursa olsun koma ile ölüme kadar gider.

Genel olarak bütün mikrobik hastalıklarda ateşli hâllerde kanın PH’ı asittir.

Sinirlilik ve asabî rahatsızlıklarda asittir.

Sakin hassas kimselerde herhangi bir maddeye iptilâları yoksa kan Ph’ı alkalene doğrudur. Hezeyan derecesindekilerde ileri derecede asittir.

Sakin uykuda alkalendir.

Uykusuzluklarda asittir.

Gülmede, kahkahada asittir.

Ağlamada alkalendir.

Muhtelif cins ağlamalarda gözyaşı bile terkib değiştirir.

Tuzlu, ekşi, tatlı, tatsızdır.

Her türlü stres, bunalmalarda asitdir.

Korkuda ise alkalendir,

Gece ile gündüz arasında fark vardır.

Gece normalde alkalene doğru, gündüz normalde aside doğrudur.

Meme alan çocuklarda ishallerin birçoğunda ana sütü asitdir.

Kanı alkalen yapmak için karbonat vermek anaya, sütü alkalen yapar. Çocuğun ishali durur. “Helâl süt emmek hikâyesinde” bu husus şayanı dikkatdir.

Tetkik edilirse görülür.

Ziyâ, gürültü, Ph’a tesir eder.

Bazı canlıların kanı asitdir.

Alkalen olduğu zaman uyuşukdurlar.

Ziyâ bunlarda ve bazı korkularda asidi alkalen yapar.

Hareketleri faaliyetleri azalır.

Karıncaların terkibi asitdir.

“Asit formik”.

Limon kokusu karıncaları alkalen yapar.

Çalışamazlar kaçarlar.

Üflemek :

Sıcak bir şeyi soğutmak için üfleriz.

Sıcak çay içerken içeri doğru üflenerek ses çıkararak içeriz.

Bir borudan üflersek ses çıkar.

“Düdük”.

Her türlü buhar bir yerden çıkarken ses çıkarır.

Buharın, rüzgârın, çarpmanın ses husulü acaba:

Müessirin tesir ettiği şeyden mi?

Yoksa tesirin müessirdeki sesi ortaya çıkarması mı? sebeptir. Hemen cevap verme!

Düşün burada yanılırsınız...

Bu seslerin duyulması veya sesin husulü için hava lâzımdır,

Amma hava ses nakleder.

Havasız yerde ses gitmez, duyulmaz.

Kapalı pencereden dışarı ses gönderemeyiz.

Tozlara üfleriz.

Tozlar hareket eder.

Bu da sesde tozu uzaklaştırıyor.

O hâlde sesde itici, tesir edici bir kuvvet hassası var.

30 sn. pişmemiş bir yumurtanın yanında siren çalın yumurtanın beyazı bu titreşimden hemen pişer.

Ses kulaktan dimağ merkezine gider, duyarız.

Bunların hepsi ihtizazdır titreşimdir.

Bir bardaktaki suyun üzerine üfülersek su harekete başlar. Denizdeki dalga rüzgârın tesiri iledir.

Fazla rüzgâr fırtına yapar.

Ağaçlan devirir evleri sürükler.

Bunların hepsi yani havanın harekete geçip çarptığı yerlerde ihtizaz yapması ses doğurur.

Bu sesler duyulmayandan gürültü ve tarrakaya kadar her şeye tesir eder.

Fazla gürültüde insan uyuyamaz.

Vücud ve kanda bir titreşim olur. insanın hisse demeyeceği bir değişme hasıl olur. Bu zamanla hastalık yapar.

Bütün hastalıklarda bu saydıklarımızın az çok “duyulur, görünür, görenmez, duyulmaz”;

Ani gürültüden çıldıranlar, ölenler, korkanlar vardır.

Küçük gürültülerin de zamanla yaptığı küçük tahribat insanın sinir, kan sistemine tesir eder, insan hasta olur.

Bu adetâ “Organizmanın şuûrsuz maddî korkusudur” diyelim.

Bir insanın gözüne ağzını yanaştırıp bağırsak :

Göz bebeği küçülür.

Göz sulanır yaş dökülmeye başlar.

Bazı nebatlar, çiçekler gürültüden müteessir olurlar.

Büyümeleri ya çoğalır ya azalır...

Vibrasyonlar, gürültüler vücudda birçok titreşimler husule getirir. Bunlar uzviyete tesir eder. Vücud metabolizmasında bozukluklar yapar.

Müzik âletleri çalanlarda bu ihtizaz tesir eder.

Diğer sesli müzik âletleri hep böyledir.

Sarsıntıdan nasıl bir makinanın civataları genişler ve makinada sarsıntı yapar.

İyi kapanmayan arabalarda bu sarsıntıyı şoför hemen hisseder. Arka kapı iyi kapanmadı der. Bu sesler vücudda ruhî ve uzvî muvazeneyi bozar.

Kulaklarında ses duyanlar.

Gözüne normalin görmediği şeyleri görüyorum diyenler, ruhî bunalımlar, hep bu kadro içindedir, iki cisim yek diğerine delk ve temas ettirilip kuvvet artırılırsa hararet husule gelir. Bu delk çok sür’atli olursa yani hararet çok sür’atli olursa bir şeye tahavvül eder.

Yek diğerinin o cisimlerin atom elektronlarında kaynaşması neticesi hasıl olur. insan vücudu cesedî yaratılış icabı kimyasal ve fiziksel birçok kanunlara tabi’dir.

Uzviyetin alıştığı şeyler vücuda adetâ mal edilir.

Rahatsızlıklar, hastalıklar, cesede uzviyete ânz olur.

Tedavisi, uzviyetin bozulan nizamına karşıdır.

Meselâ :

Sigara içen bir insanın uzviyeti ona alışmıştır.

Bırakması vücudun onu istememesi ile mümkündür.

Uzviyetdeki bu hâl, ruh ve görünmeyen insan hasletlerine galip gelirse onu bırakamaz. Milletlerdeki âdet, an’ane, gelenek de ruhî bakımdan insanın görünmeyen tarafına aittir. Bunların terki de an’ananevi bozukluklar şeklinde ortaya çıkar. Adalet, Fazilet, Doğruluk, Her türlü temiz hislere alışmıştır.

Bir insan bunları terk edemez, uzviyeti ruhla birlikte uyum hâlindedir.

Bunların bozulması her türlü uzvî ve ruhî hasletleri, âdetleri beslenmeyi terk etmemek lâzımdır.

Bunlar üzerinde yapılacak ani, güzel restorasyonlar hile insan tarafından yadırganır. Bunların fenalarını yavaş yavaş telkin ve anlatarak, uzviyet ile ruhu barıştırmak lâzımdır. Hurafeler de öyledir.

Fakat hepsinin bir hududu vardır.

Ruhî hasletlerin de uzviyetin de bunları aşmaması lâzımdır.

İnsanın fena ve iyiyi de tasdik edecek kabiliyet ve istidatda yaratılmış olduğunu unutmamalıdır.

Felân böyle dedi.

Felanca şöyle söyledi lâfları cemiyetde birleşirse o zaman batıl uzvî ve ruhî inanmalar, itikatlar ortaya çıkar.

Asıl hakikat perdelenir.

İslamda ki ibadet uzvî ve ruhî muvazene ahengini bozmamak için emrolunmuştur.

Çok basit bir mânâ ile namaz, uzviyetin ruha tabi’ olmasını; zekât, uzviyetin kanaatini, yardım hissini, hırsı yenmesini; hac, birleşmeyi; oruç, cesedin ruha tabi’ olduğunu basit olarak ifade eder.

Fazla üzüntü fazla sevinç :

Ani veya tedrici organizmada dimağı hormonlara tesir ederek eski hâlini almak hududunu aşıyor ve organizmada bazı hücreleri bozuyor.

Hırs : Herhangi bir şeye fazla düşkünlük.

Hased, gıpta birçok bunalımlar.

Kumar, içki, hırsızlık, haram peşinde koşmak gibi üzüntüler, yoksulluk, fazla zenginlik saymakla bitmez.

Bazen bir hata bir ömrü çürütür.

“Üzüntü, stresler”...

Kanseri ele alalım :

Kanser, hücrelerin bugün birçok bilmediğimiz sebeplerin anarşisidir diyebiliriz.

Sebebi biliyoruz ama, bilmeden o sebebi perdeliyoruz.

Yani hücrelerin düzeye uymayanlarıdır bunlar.

Kanserli bir hücre kanun dışı bir kişi gibidir.

Biyolojik açıdan normaldir.

Ancak sosyal acıdan düzeni bozduğu için çevresindeki hücreleri de kendisine benzeterek hastalığı ortaya cıkarır.

Hücreler zamanla yaşlanarak ölüyor.

Ancak hücrenin sosyal davranışları bozulduğu zaman kanserleşiyor.

Tabiî bu bir tek hücrenin yaşlanması veya kanserleşmesi ile ne ölüyor ne de kanser oluyor. Kanserleşen veya yaşlanan hücre sayısı çoğaldıkça neticelere geliniyor, içimizde, kanser kendisine uygun ortamı bulduğu zaman oluşmaktadır.

Bunda da pek çok etkenin yanı sıra özellikle bozulması için bakteriler, öldürücü maddeler, alınan gıdalar rol oynuyor.

Üzüntü uyku kaçırıyor, iştahı kesiyor.

Günlerce vücud sinir sisteminin bozukluğu altında her türlü metabolizma hormonal dengesi bozuluyor.

Fertlerin geçim sıkıntısı, gıdasızlık, ruhî üzüntü ve bunalımlar tahammül hududunu astırıyor, intiharlar, yavrularını, kanamı, kendisini öldürenler hergün gazetelerde yer alıyor.

İran Şahı Rıza Pehlevi üzüntüden kanser oluyor.

Beşeriyet bugün “stres” havası içindedir.

Bütün bundan kurtulmak için;

Kendine güven!

Kanaatkar ol!

Yalan bilme!

Hırsa kapılma!

Doğru ol!..

Sonra şu suallere cevap ver, kendi kendine.

Kolaylıkla nefes alabiliyor musun?

Evet elhamdülilah...

Suyu içebiliyor musun?

Evet elhamdülilah...

Bulduğun gıdayı rahatlıkla yiyebiliyor musun?

Evet elhamdülilah...

Gözün görüyor mu, kulağın işitiyor mu, rahatlıkla daralmadan yol yürüyebiliyor musun? Evet elhamdülilah...

Rahat uyuyabiliyor musun?

Evet elhamdülilah.

Bir yerinde ağrı sızı var mı?

Hayır elhamdülilah...

Sabah namazını vaktinde kılabiliyor musun?

Uykudan hayırlı olduğunu da biliyor musun?

Evet elhamdülilah...

Çok şükür...

İşte en büyük mutluluk budur.

Stresler bu söylediklerimin dışındadır.

İnsan bir şeye inanarak dost bulması lâzımdır.

İnsanın en büyük Dostu “RAHMAN RAHÎM” olandır.

Sen de onunla dost olmaya çalış!..

İnsanın dünyada bir dosta ihtiyacı vardır.

“Rahmetelli’l- âlemin” olan Resûl-ü Ekrem bu Dostluk için gönderilmiştir.

Bu dostluğu elde edecek mekanizma ve kabiliyet insanda, yaratılışında vardır.

O hâlde dünyada da Dost vardır.

Bul kendine bir Dost!

Bu dostluğu ALLAH evlenmede bildirmiştir.

Mükâfat yeri olan cennetde bile huriler, gılmanlar vardır.

Dost bunlar işte...

Hakiki dost bulmak çok güçtür, sevmek sevilmek lâzımdır.

Sevmeyi bilmeyenler, sevilmeyi bulamayanlar da vardır...

Bunları bilmeyen ve bulamayanlar yalnızdırlar.

Güler yüz, karşılıksız yardım, Hoş görme, Merhamet hissinden çok ileride bir duygudur ki ona “sevmek” denir.

Ona kavuşan da “seviliyor” demektir.

Hacı Bektaş-ı Velî,

Hacı Şaban-ı Velî evlenmemişlerdir.

Daha, çok var bu gibiler.

Bazıları evlenmişlerdir.

Evlâtları yoktur.

Bazılarının evlâtları olmuştur.

Evlenmek her iki cins için İlâhî bir ibadettir.

Fakat bazısına erkeği, bazısına hatunu büyük azap olmuştur.

Bu hikmetleri anlamak, kolay olduğu kadar da güçdür...

Dişi ve erkeğin paylaşacağı zevkler vardır.

Her ne sûretle olursa olsun sevmek ve sevilmek en büyük ibadetdir ve mutluluktur.

ALLAH ile dostluk kurabilmek hünerdir.

ALLAH ile dostluk dua ile olur amma dua çok güçtür.

Dua ancak ve daima “Sünnetullah” dışında tasarruf hududunda olacak arzu, hadiselerden seçerek yapılır-.

Bu ne demektir :

Kâinatda câri kanun hâlindeki olayların dışında ve insanın tasarruf kudreti dahilinde olan hadiseler arzular için dua edilir...

“Bana selâvat getirmeden yapılan dualar kabul olmaz” buyurması: Resûl-ü Ekrem onları bir nevi sansürden geçiriyor demektir.

Duanın hakikatini bilirsen kim olursa olsun, inanan inanmayan kimsenin duası ALLAH indinde makbul ve muhakkak kabul edilir.

Bunda toz kadar şüphen olmasın.

Şüphe aklın zelzelesidir.

Akla hakaret olur.

O da onu sana verene bir nevi itimatsızlıktır.

Buna biz küfür diyoruz.

“Küfür” kendindeki kudret ve kıymeti bilmemezliktir ki bu da habersiz bir nevi inkârdır. İnkâr hakikate birşey yapamaz.

Bunu böyle bil!

Akıl kapını bütün yalanlara kaparsanız hakikatler da dışarda kalır... Yanlış yapmayan insan yoktur, insanlık yalnız yanlışlığı kabul ve düzeltmekle ölçülür.

Bir insan kendisi ile değil:

Kalbi ile dost bulur ve olur.

Dünyada, ALLAH, kulunu yanına varıncaya kadar bakar ve korur.

Ruhun tapınağı ceseddir.

Onun içindesin onu daima temiz tut.

İpek çok kıymetli bir nesnedir.

İpek böceği gibi ol!

Kıymetli kozanı ör! içine gizlen!

Ne olsa birgün ya öldürülür, yahut kanatlanıp kozayı deler çıkarsın.

Bazı şeyleri anlamamak lâzımdır.

Hakiki insan, kendine acı veren, başkalarına iyilik ve rahatlık veren bir ruha sahiptir.

Hülâsa : insan tümüyle, maddesiyle, görünmeyen hamulesi ile inanmak kabiliyet ve istidadıyla yaratılmıştır.

“Ahsen-i takvim”

Bir insanın inancının vaktini, Yaratan tayin eder.

Bazen hemen. Bazen seneler sonra. O da olmazsa ölürken anlar fakat ikrar edemez. Zira ikrar yeri dünyadır.

Kâinatda ne varsa :

Nebatdan nebata, hayvandan hayvana, insandan insana sonsuzluğa doğru olan akış ve terakki kasırgası, kâinat mekanizmasında kanun olarak ortaya kondu.

Bu değişmeyen kanun aslında vardır.

İlk insan topluluğunun hayali, tahte’ş- şuûrunda seyrettikleri, kâinat manzarası ve sebepler manzumesi olan her milletin mitolojisinde gizlenmiştir.

Akli gerçeklerin hududlarını biliyoruz.

Aklın yetmediği yerlerde başka şeylere dönerek onları sezmeye gayret etmelidir.

16.07.1985, Salı

Tekâmül : Kemâl bulma. Olgunlaşma.

İhtizaz : Titreşim.

Uzvî : (Uzviye) Uzva ait. Canlı. Organik.

Muvazene : Ölçmek. Denk olup olmadığını bilmek için tartmak, ölçmek. * Düşünmek. * İki şeyin vezince birbirine denk olması. Uygunluk.

Tabi’ : Birinin arkası sıra giden, ona uyan. Boyun eğen. İtaat eden.

Tahte’ş- şuûrunda : Şuûr altında.