Bilgi bilgisizliği içinde kalmamak için hayır ve evetin dışında cevaplar olduğunu unutmamak lâzımdır.
Aklın dışındaki şeyleri akla sokmağa uğraşmak küfürdür, insanın kendi aklına hakaretidir. Unutma.
Aklı ALLAH vermiştir.
Küfür: Hakikati, kavranamayanı örten, perdeleyen demektir.
“LÂ HAVLE VELÂ KUVVETE” söyleyin!
HAKK’ın sizin yanınızdaki kıymetini çoğaltmış olursunuz.
Eğer “LÂ HAVLE VELÂ KUVVETE” nin ne olduğunu biliyorsan...
ALLAH’ın dışında değilsin ki onu göresin.
Siz kendi kendinizi dışarı attınız.
Aklınızla...
Aklın durduğu ve boşlukta kaldığı hudud ötelerin ötesidir.
Fakat akıl yine çırpınıyor.
Nedir bu ötelerin ötesi.
Başı da yok, sonu da,
Ne yapacaksın?
Merak değil mi?
Öğrendin ne olacak?
Şimdi söyleyeyim:
“Tımarhane”...
Bunlara akıl “ermez” degil...
“Yetmez”...
Aklı yeten var mı?
Olmaz olur mu.
Bak onlardan birinin söylediklerini söyleyim.
Dinle, sonra o mübarek zâtın ruhuna abdest al bir Fatiha oku!
Ama mecbur değilsin.
Bu bir nevi edeptir.
Senin Fatiha’na da ihtiyacı yoktur.
“ALLAH’ı idrakden âciz olduğunu beşer hissettiği dakikada onu idrak etmiştir.ALLAH’ı bulamayacağını anladığı dakikada insan ALLAH’ı bulmuştur.”
O zaman ötelerin ötesi nedir, burnunun ucu kadar yakın olduğunu anlarsın.
Hakiki insan Huri ve Gılman’dan daha güzel halk edilmiştir.
Sırr-ı esrar-ı Vahdaniyet insan üzerine yükletilmiştir.
Yardım kudsal bir sözdür.
Bütün yaratıklara yardım ALLAH’ın şanındandır.
Bu şandan hakkı ile istifade için kimseden yardım istemeyin. Yardım “istemek” de HAKK’a isyan kokusu vardır.
Bu hareketde bu kokuyu burun almaz.
Akıl idrak etmez, ilim bulamaz.
Bu işde irfan sahibi olmak gerek.
Bunu idrak edememek en büyük cehennem ateşidir.
Ne demiş bir Arap şâiri:
“Ya İlâhî! Senin olmadığın yeri bize göster de cehennemi göreyim!”.
Aha bu lâfı anlarsan gel ayağının altını öpeyim...
“Faizle para almak, ALLAH vermedi de ondan alıyorum” demektir. Sen utanmadan istiyorsun ALLAH’tan.
HAKK bu hâlinden, senden utandı da seni işitmek istemedi.
Sesini duyurmak için kendine gel.
Hased. Kıskanmak. Kibir. Gıybet. Hiddet. Beddua. Dedikodu Bunların hepsinde derece derece ALLAH’ın takdirine isyan vardır.
Bunlardan uzak kalmak için;
Takdir, Kader denilen izahı güç mânevî kanunun maddî şekilde görünmesine karsı gelmek vardır.
Bunlara karşı durmak için çâre sabır hasletidir.
Sabır, bilinsin bilinmesin her türlü zilleti izzete tebdil eder.
Cenab-ı ALLAH kitabında:
“Her şeyi sudan halkettik” buyuruyor.
“Her şey” nedir?
“Hey şeyde Ben varım.
Kudretimle tecellî ettim.
Bütün güçlerimle göründüm...”
Her meydana çıkıp zuhur eden şeyin aslı, sırrı, gücü, kudreti o zuhur eden şeyin içinde kalandır.
Ağam, kendinde taşıdığın dostu bilen çok azdır.
Onu bilen; ölümden, ihtiyarlıktan, ızdıraptan kurtulmuştur, ölmezlik suyunu içmiştir.
İlim, bilgi, “asl” a tecavüz ederse sapıklık başlar.
Sonsuza girmeden ideal bir târif peşinde koşma!
“Felsefe derler.
Metafizik derler.
Daha çok derler” derler.
Bunların hepisi bir düşünce ve fikir düşkünlüğüdür.
Müsbet ilimlerde herseyde bu düşünceye yer verilir.
Muhtelif asırlarda, felsefe ve filozoflar tahmin yürüterek doktirinler kurmuşlardır.
Bu zekâlara çalışma bakımından hürmet etmek doğru bir hareketdir. Bu üsten zekâlara göre her şeyin düşünce kazanında ve labaratuvarında tahlili gerekir.
Bu da doğrudur.
Fakat aklın hududu dışındakilere “HAYIR!” ...
Bu gibi şeyleri akıl ve mantık ile çarpıştırmadan kabul etmek lâzımdır.
Mantık demek bir işde akıl kadrosuna sokmak için bu işde pürüz var mı yok muyu bulma meleke usulüdür.
Buradan da başka türlü tahminler yürütülür.
Aklın aczini kabul edemezler.
Bir noktadan sonra da metafizik hududuna girdik diye iyice acizlerini kabul etmeyerek doğru müteârifelerle fikir ve düşünceleri ambalajlayarak fikir piyasasına çıkarırlar.
Felsefeyi yapanlardan “büyük bir şahıs” tahmin ve düşüncelerini formüle edip ortaya koyduktan sonra ciltler dolusu düşüncelerine herkesi hayran bıraktıktan sonra, kitabın son cildinde son cümle olarak herkes farkına varmasın diye bu son cümleyi matbaa hatası gibi göstererek ters bastırmıştır.
Kitabi ters çevirirseniz cümle o zaman okunur.
Cümle Şöyle :
“Felsefe; insanı meçhul, mevhum hiçbir yerden alıp hiçbir şeye götüren yolların klavuzu ve haritasıdır.”
Mantık bir şeyde pürüz arayıp ona itiraz veya münakaşaya mihenk olacak akla sokacak bir vasıta duygusu ve hakikatidir.
Fakat bunu münakaşaya âlet etmek gerekmez.
Mantık dünyadaki ruhî ve maddî ahengin içinde anlayamadıklarımızı anlamaya calışırken lâzım olan aklın bir klavuzudur.
Bir mıknatıs ile çekmek:
Mantık, yabancıları değil de hakikatleri çeker.
Yalancılar ortada kalır.
Anladınsa çok iyi.
Anlamadınsa o da iyi...
Biraz da tavsiye edelim:
Hakiki mü’min daima abdestli olmalıdır.
Bu hâl yaratıldığı suya hürmetdir.
‘VECEALNA MlNEL MAİ KÜLLE ŞEY’İN HAY” âyetini okumak gibidir.
Aynı zamanda:
“Mü’min mü’minin aynasıdır”
Yani doğru dürüst, yalan bilmez, haramdan kaçan bir insan diğer bir insanın yüzüne baktığı zaman:
“VE LE KAD KERREMNÂ BENÎ ÂDEME” lâfz-ı celili ile bildirilen ve insanda tecellî eden “EL MÜ’MİN” esmasının hakikatini görür.
1- Ruh
2- Cesed
3- Can.
Bunlar için abdest.
Cesed temiz, Can temiz ise ruh abdesti
Cesed temiz değil, Can temiz değil ise abdest almak haramdır, ibadet yapamazsın.
Buradaki temizlik yıkanmak hikâyesi değildir, ağam...
“İbadet abdesti şarttır. Haramdır” demek, ayıptır.
Yaratana karşı hürmetsizliktir...
Cesed ve Can abdesti:
Yemekten evvel abdestli olsan bile abdest almak.
Sakal, Bıyık, Tırnak kesmeden evvel abdestli olsan bile abdest almak...
Ne olur şunları ihmal etme:
Abdestsiz :
Yeme! İçme!
Gusul icab eden hâllerde dünya kelâmı etme ve yine konuşma! Velhasıl daima abdestli ol!
Can için abdest, rızık abdestidir.
Agıza abdestsiz bir şey koyma!
Teyemmüm :
Namaz vakti farz olduğu için o vakit geçmesin diye emrolunmuştur.
Su bulamamazlık başka şeydir.
BAKIR. NiKEL. GÜMÜŞ. KURŞUN.
Bu madenleri mıknatıs çekmez. NiÇiN?
ABDESTSİZ :
YEME!
İÇME!
KONUŞMA!..
Söyledik, niçin?
Dinle o zaman anla:
Zaman târif edilmez...
Akar gider. Bir nehir gibi ...
Bu nehrin menbaı yok, bilinmez...
Döküldüğü derya da meçhullerin meçhulü...
Mekân olmasa zaman mevzu’ bahis değildir.
Zaman yok farz edilirse ‘VAKiT’ kendiliğinden kaybolur.
“Vakit” olmadı mı “MÜDDET” konuşulmaz.
Mekân, zaman akışına girdiği anda vakit sözü ortaya çıkar.
O zaman müddet mefhumu mekân’a mânâ verir.
Zaman, akan giden bir şey.
Ne dersen de...
Zamanı, biz insanlar anlamak için aklımızla mekân’a mıhlamışız ve ‘Vakit” demişiz...
Lâ Mekân’ın mekânı da idraki için yani anlaşılması sebebi ile takdir edilmiştir.
Zaman, murad’ın devamını bilmek içindir.
Asırlar. Seneler. Aylar. Günler. Saatler. Dakikalar. Saniyeler. Saliseler. Rabiyalar nihâyet AN’a kadar parçalamışız...
Mekânsızlık diyoruz.
“LÂ MEKÂNI” Ne demektir?
Aklın durduğu hudud neresi ise onun ötesi demektir.
Aklın boşlukta kaldığı ötelerin ötesi...
Fakat akıl yine çırpınıyor nedir diye...
Lâ Mekân’ı idrak ancak:
Mekân, Zaman, Müddet, Vakit kelimelerinin ifade ettiği mefhumlarla sezilir.
Mekân, Zaman, Müddet kısaldıkça idrak hassalarımızdan uzaklaşır.
Nihâyet bir hududa kadar gelir ki artık onu ne görür, ne işitir, ne de idrak edebiliriz.
Bu hududdan sonra “Lâ Mekân” “başlar”.
“Bu hudud” da mekânsızlıktır.
“Başlamak” kelimesi:
“Burada yalnız Lâ Mekân’ın mevcudiyeti vardır” demektir mânâsınadır.
Düşün!
Anla!..
Aklın hududunun ötesi.
Sidre...
Aslında; ne zaman, ne mekân, ne müddet vardır.
Yokluk bile yoktur.
Hiçlik ve yokluk mefhumu diye bir şey yoktur.
Hey şey vardır.
Asıl hakikat da o dur.
Bunların idraki için:
“Dünya yedi günde halk edildi” buyurulmuştur.
Zaman yok.
Azaldıkça hassamızdan ve idrakimizden her şey uzaklaşır. Kâinattaki nizam ve işleme idrak hududumuza girmeyen mekânsızlık ve zamansızlığın idraki içindir.
Hepsinin ifade mefhumu bir “AN” dır,
“Dünya bir an’dan ibarettir”. Hadis.
Görünmez mekânsızlık ve görünür mekân arasında kul istifade etsin diye “Müddet” murad edilmiştir.
Bu müddet içinde kul’a borç olanları yapmak,
Bir nevi bâkilik iddia kokusu taşır ki küfre ve şirke kadar gider.
Ölüm’den korkmak da bir nevi bâkilik arzusundandır.
Sabah namazı kulluk namazıdır.
İbadet namazı değildir.
Sabah namazı kılmayan bir nevi kulluğunu inkâr etmiş olur.
Zaman içinde vakit vardır.
Ruh için; Zama, Vakit, Mekân mevzu’ bahis değildir.
Cesed, bir mekân’ da mekân olduğu için zamanla mukayyed olur. Vakitle mukayyed değildir.
Cesed, aynı zamanda mekânda mekân olduğundan mahlûktur. Sonu gelecek demektir.
Cesede, ibadetle ta’dil-i erkân emrolunmuştur.
Ta’dil-i erkân : Namazdaki fiiller, Eğilme, Kalkma, Vesaire.
Ruh, Cesed mekânında oturduğu için vakitle mukayyed olur.
Hâlbuki ruh vakitle mukayyed değildir.
Cesede girince mukayyed oluyor.
İbadetin vakti de farz kılınmıştır.
Bundan dolayı ibadet vakitle mukayyeddir.
Herhangi bir ibadet kaza yapıldığında, kaza müddeti zamanla olmakla beraber vakitle mukayyed değildir.
Namaz vakti girmeden namaz farz olmaz.
Namaz vakti, Ruh için farzdır.
Ta’dil-i erkân, Cesed için farzdır.
Abdest, Cesed için farzdır.
İstikbal-i kıble, Kıbleye dönmek için farzdır.
Niyet, Ruh ve cesed için farzdır.
Vakit girmesi ile bunların hepsi birden farz olur.
“Dünyanın her yerinde her an vakit vardır.
Arada boşluk yoktur...
Vakit ruh için farz olduğuna göre abdest de cesed için farzdır.
Ruh cesed’te mekânda olduğuna göre o hâlde abdestli olmak lâzımdır.
Bir o hâlde daha daima abdestli olmak da farzdır.”
Vaktin kazası o hâlde yoktur.
Namazın ise kazası vardır.
Fakat her namazın değil...
Abdestli bulunmak cesede ve ruha farz olduğuna göre:
Daima abdestli bulunmak lâzımdır.
Resûl’ü Ekrem’e daima abdestli bulunmak farzdı.
Sana niçin olmasın...
Abdestsiz: Yeme! İçme! Konuşma!
O zaman Resûl’i Ekrem’e yanaşmak imkânına patika yol açmış olursun!
Haydi ağam münakaşa etme!
Dediğimi yapabilirsen yap!
Abdestsiz kimse Nas’dır.
Yani lalettayin bir insandır.
Yani imanını izhar için kendi kendinde gizli insan demektir.
Abdestli insan “Mü’min” dir.
Yani Âdemiyetini izhar ve kendi kendine tasdik için inanan demektir.
Secde hikâyesi insana değil, insanda gizli Âdemiyet hamulesinedir.
Bu âlemde Âdemiyet hamulesi ile görünebilmek hünerdir.
Hem de çok büyük hünerdir.
Bu gibi insanların ayağının altını, avucunun içini öperim!..
15.03.1986, Cumartesi
Lâ Havle Velâ Kuvvete illâ billahi’l-azîm : Hayrı vermede ve şeri gidermede sonuç olarak; mevcud ve potansiyel güç ancak ve anacak Azîm olan ALLAHu Zü’l- Celâl’dedir.
İdrak : Anlayış. Kavrayış. Akıl erdirmek. Fehim. Yetiştirmek.(Maalesef insanlar teâvün sırrını idrak edememişler, hiç olmazsa taşlar arasındaki yardım vaziyetinden ders alsınlar!
İ.İ.)
Huri : (Ahver ve Havrâ kelimelerinin C.) Ahu gözlüler. Gözlerinin akı karasından çok olan, pek güzel ve güzellikleri tarif ve tavsif edilemiyecek derecede güzel olan Cennet kızları.
Gılman : (Gulâm. C.) Bıyığı yeni bitmiş gençler. * Cennet'te hizmet gören delikanlılar. * Köleler, esirler.
Vahdaniyet : Birlik, infirad. Benzeri olmamak. Artmaktan, ayrılmaktan, eksilmekten beri ve münezzeh olmak gibi mânaları ifade eden Allah'ın bir sıfatıdır. Bu sıfatla muttasıf olana Vâhid denir ki; benzeri olmayan; tecezziden, tekessürden beri olan zât demektir.
Hased : Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak.
Asl : Temel, esas, kök. Bidâyet. Mebde', dip, hakikat. Hâlis, sâfi. Haseb ve neseb. Soy sop. Zâten, en ziyâde.
Felsefe : Yunanca (Philosophos)dan Arapçalaşmış. Feylesofların mesleği. * İlm-i hikmet. * Maddeyi, hayatı ve bunların çeşitli tezâhürlerini, sebeblerini, ilk unsurları ve gaye cihetinden inceleyen fikri çalışma ve bu çalışmaların neticelerini toplayan ilim. * Herkesin hususi fikri. Mantık. * Bir ilmin prensipleri. * Marifet ve hikmet sevgisi. * Meşhur bir feylesofa göre olan hususi prensipler, nazariyeler. * Tabiat, huy ve mizaç sakinliği; rahatlık.
Metafizik : Mâba'det tabia. Doğa ötesi, fizik ötesi.
Müsbet : İsbât olunan. Delilli. Açık ve sabit olan. * Menfinin zıddı. Pozitif, olumlu. * Yazılıp kaydedilmiş. Tesbit edilmiş olan.
Tahlil : Müşkül meseleyi halletmek. * Bir şeyi kolaylıkla tutmak. * Eritmek. * Bir şeyi helâl kılmak. * Yemine kefaret etmek. * Man: Terkibin zıddıdır. Bir kıyas neticesinin mantık şekillerinin hangisinden olduğunu bilmek için delilin tahlili, araştırılması. * Fiz: Mürekkep bir cismi tetkik etmek için esas unsurlara ayırma, çözümleme. * Kim: Analiz. * Tıb: İlâçla şişliği gidermek.
Mantık : (İntak. dan) Konuşturan, söyleten. * Doğru muhakeme ve doğru düşünceyi öğreten ilim. Akıl kaidesi. * Akıl, nutuk, söz.
Mevhum : Aslı olmayıp evham mahsulü olan. Vehim.
İhmal : Ehemmiyet vermemek. Yapılması lâzım bir işi sonraya bırakma. Dikkatsizlik. Başlayıp bırakmak. Terk etmek.
Müddet : Belli ve muayyen vakit.
ibaret : Meydana gelmiş, toplanmış. Bir şeyden teşekkül etmiş. Bir şeyin aynı. Bir şeyin içindekini ve aslını beyan. Bir halden bir hale tecavüz eylemek. * Rüya tabir etmek.
An : En kısa bir zaman. Lahza. Dem. Cüz'i bir zaman.
İzhar : Açığa vurma. Meydana çıkarma. * Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek. * Yalandan gösteriş. * Tecvidde, iki harfin arasını birbirinden ayırıp açarak ihfâsız, idgamsız olarak okumaya denir. Bu sıfatın harfleri Huruf-ı halk denilen harflerdir.
“...ve cealna minel mai külle şey'in hayy e fe lâ yü'minun : ... ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?” (Enbiyâ 21/30)
“Ve le kad kerramna beni ademe.... : Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık.....” (İsrâ 17/70)