Zikir

ZİKİR:

Hatırlamak. Yâd etmek. Hürmetle anmak

TESBİH :

İşleyen muntazam bir titreşime girmek...

Zikirde : İrade. Düşünce. Arzu vardır.

Tesbihde : İrade. Düşünce. Arzu kelimelerinin yeri ve mânâsı yoktur.

Bu sözleri anlamaya çalış!..

Tesbihat durduğu zaman hiç bir yer ne madde olarak, ne maddesiz olarak kalmaz. Mevcudiyetleri yoktur.

Zikir o hâlde iradeye az çok bağlıdır.

İnsanda zikir ve tesbih manevî âlemde ve ALLAH kelâmında geçen zikir ve tesbih kelimelerinin mânâları ise bambaşkadır.

Tesbih : Durmadan, ara vermeden, aslını, yaradılışını daimi sûrette hatırlamanın şuûrlu ve bize göre şuûrsuz zikridir.

Zikir o tesbihata girmektir.

Onunla beraber tesbih etmektir.

Zikirlerin hepsinde hedef kâinatın tesbihatına girerek bütün vücud hücrelerinde de devam eden bu tesbihatı birleştirmektir.

O hâlde zikirde hedef YARATAN’dır.

Zikredici ALLAH’dır.

Bütün zikirlerde söylenen kelimeler lâfızlar âlettir.

Bu zikre hulûs ile devamla kalb’te târifi mümkün olmayan bir hâlet hasıl olur.

İşte asıl zikir “O” dur.

Dikkat et “Budur” demiyoruz...

Bütün mahlükat tesbih hâlindedir durmadan, atomları düşün!

Hulûs ile dedik bu ne demektir?

Bunun târifi yoktur.

İnsanın bâtınından çıkan hakiki ve riyâdan uzak bir samimiyet bağlanmasıdır.

Bütün vücud hücrelerinde devam eden tesbihatı kalb hissettiği zaman HAKK’ın zikri o zaman ortaya çıkar.

“ALLAH’ın” demiyoruz. “HAKK’ın” diyoruz.

Mansur bundan dolayı:

“Enel HAKK!” diye haykırdı. “Ena ALLAH!” demedi.

Bunu anlamak çok güçtür...

“Fezkiruni Ezkürküm!”

“Beni anınız, Bende sizi anarım!”

Burada teker teker her kula hitap vardır.

“Anarsanız, Ben de anarım!”

Bundan, insana serbestiyet verildiği mânâsı çıkar.

“Anarsanız” ALLAH’ın kapusu kilitli değildir,

“Sizi anarım” var ya...

ALLAH ile insan arasındaki gaflet perdesi var.

“Fezkiruni Ezkürküm” ile bu ifade edilmiştir.

Bu kapıdan gidebilmek için Resûl’e uymak lâzımdır.

“Nebî” ye değil.

Lâfa dikkat kesil mırıltı etme!

Can kulağıyla dinle hele!...

Resûl’e uymak :

Resûl’ün Âdemiyet tarafıdır ki bu “Kur’ân” dır.

Ve bunu tebliğ kendisine verildiği demektir.

Nebîlik İnsaniyet tarafıdır.

“Sünnet-i Resûl, Siyret-i Resûl” dür.

Her şeyle O’nu taklit et!

Leke, toz kondurmadan.

SİYRET: İnsanın manen tuttuğu yol.

MÜRŞİD: Mürşid-i Kâmil,

ŞEYH: İnsanda meknuz yani gizli olan esma akislerini ortaya çıkarmak için, sâliki lafzî âletlerle hazırlamağa ve onu zâhirî ilimlerle donatmağa çalışan insandır.

Yani hazırlık kıtası hocası.

Şeyh aynı zamanda mürşid ise, sâlikin cesedî hazırlığını da çile ile hazırlar.

Onu hâlvete sokar.

Ceseden hazır olan sâlik, bu sefer mürşidin “Bâtınî ilim” ini öğrenmeye çalışır.

Bundan sonra hakiki şahıs “Mürşidi kâmil” ise kâmil tarafını gösterir.

Ve sâliki hâlvete sokar.

Ve gösteremediği tarafından himmet eder...

Cesediyle görünüp, içini göstermeyen bir kâmil bul ki işte ona şeyh derler.

Cesedini unutup içini görmeğe çalışana da mürid.

Hakiki mürşid sana senden içeri olan o “Ben” i öğretendir.

Laf ile olmaz...

Hüve’l- evvel : Nûr-u Resûl

Hüve’z- zâhir : Nübüvvet

Hüve’l- âhir : Ümmeti

Hüve’l- bâtın : Resûl’ün Ledün’ni

Hakikati gizleyen ve yine açıklayan âyet budur.

Bu lâfları anladı isen hemen sağ elinin üstünü öp ve hemen avuç içine bak, biraz sonra da onu öp!

Babanın elinin üstünü öp!

Ananın hem elinin üstünü, hem de diğer elinin içini öp!

Bir de başka türlü el içi öpme vardır.

O hâlvet işidir.

Hakikati bilmeden takliden öpme!

Öğren aslını ondan sonra öp!..

İlk evvel Âdem yaratıldı.

Sonra da Havva.

Niçin?..

Düşün, bunu mürşidine sor!

Sana tek bir “Kelime” söylemesi lâzım.

Eğer biliyorsa hemen duyarsın.

Alamazsan cevap, o bir tek kelimeyi, şüphe et!

Yahut kendinde kabahat ara...

O zaman hem senin hem de mürşidin münkir olduğunu düşün yolunu hemen değiştir!.. Sâlik : (Sülûk. dan) Bir yolda giden. Belli bir yol tutup giden. * Bir tarikat yolunda olan.

Siyer-i Nebî : Mevzuu Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) hayatı, ahlâkı ve yaşayışı olan, O'nun gaye ve cihanı irşad eden mesleğinden bahseden kitap.

Hâlet : hâl : Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Sûret. Keyfiyet. * Cezbe. * Dert, keder, elem. * Mecâl. Kuvvet.

“Fezküruni ezkürküm veşküru li ve lâ tekfurun : Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!” (Bakara 2/152)

Hulûs: Hâlislik. Saflık. * Samimiyet. Hâlis dostluk. İçden davranmak. Her hayırlı işi ve ameli Allah rızâsını niyet ederek yapmak.

Tesbihat : (Tesbih. C.) Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) sıfatına lâyık ifadelerle yâdetmeler. Hâlvet : Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. * Gizlilik.

Sâlik : sulük eden, tarikatta yol almak isteyen.

Himmet : Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı HAKK'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * ALLAH indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım.

Kâmil : (Kemâl. den) Bütün, tam, olgun, eksiksiz, kemalde olan, kusursuz. Kemâl ve fazilet sâhibi. * Resul-i Ekrem'in de (A.S.M.) bir vasfıdır. * Yaşını başını almış, terbiyeli ve görgülü kimse. * Âlim, bilgin kişi.

Mürid : İrade eden, istiyen. * Tarikata girmiş olan. Şeyhin veya mürşidin şakirdi, talebesi.

Mürşid : (Rüşd. den) İrşad eden, doğru yolu gösteren, gafletten uyandıran. Peygamber vârisi olan, kılavuz. Tarikat piri, şeyhi.